Bana kızacaklar
belki ama söylemeden de duramayacağım. Belgin’i böyle çokça görmekten
rahatsız değilim. Seviyorum da hatta Belgin’i. Çünkü güçlü kadın seviyorum; söylemiştim.
Kendi de gücünün farkında ve bu onu aynı zamanda eğlenceli biri de yapıyor. Güzel
de hem… Tam bizim Savcı Turgut’un kalemi. Ah Turgut’cuğum olacaktı; işte o
zaman keyifle izleyecektik. Şimdi ne oluyor? Mahir ve Belgin sahneleri
izliyoruz. Evet, ben Belgin’i görmekten rahatsız değilim ama Mahir’in Belgin’i
bu kadar çok görmesinden rahatsızım; Feride’yi bu kadar az görüyorken üstelik.
Mahir burada ustaca reddediliyor. Duy da inanma!
Tamam, Mahir
ve Feride gizli aşk yaşıyorlar, olabilir. Belki kimsenin onları birlikte
görmemesi lazım, belki ailesi bile onların sevdalarını bilmemeli, olabilir.
Belki kabadayı aleminde duyulmasın diye bu esrar ama biz biliyoruz. Gizlice de
olsa sevdalarını yaşadıklarını biliyoruz. Bilmesek tamam ama biliyoruz! Üstelik
biz onları sevdasının hayranıyız. Aynı taraftayız yani. Bizim de tek
istediğimiz şey ikisinin mutlu olması ve adaletin yerini bulması. Bize gerçek
Mahir Feride sıcaklığı gösterseniz ne olur? Dünya mı durur? O kabadayı alemi mi
batar? Ne olur? İstediğimiz sıcak, güzel Mahir ve Feride sahneleri sadece. Tamam,
bizde Karadayı’nın yeri başka ama yapmayın. Sevdamızı tüketmeyin.
Mahir “Adalet
ararken kara sevda düştü bahtıma” demişti. Evet, biz de o kara sevdayı çok
seviyoruz ve onunla birlikte adaleti de görmek istiyoruz. Ne yazık ki sevdayı
göremediğimiz gibi adaleti de bulamıyoruz. Zaten gerçek dünyada da hep haklılar
değil, güçlüler kazanıyor. Hem ne dedi Belgin ablamız “Güçlü olanı taklit
edersen, güçsüzlüğünü kabul etmişsin demektir.” Hatta Feride de “öfke öyle
güçlüdür ki savaştığına benzersin” gibi bir şey söylemişti zamanında. Yani
Mahir’in bu işleri beceremeyeceği, o insanlardan biri olamayacağı belli. Neden
uğraşıyoruz peki? Kabadayı alemine girsin de çıkamasın diye mi? Ben
anlayamıyorum. Mahir’in bu yöntemle nasıl bir sonuca varmayı planladığını
anlayamıyorum.
Bu dizide
anlatılan adaletten benim anladığım şu: güçlülerden birinin parmağına çöp
batsa, masumlardan birinin kolu kopuyor ama masumlardan biri canından can
kaybetse, güçlülerin bir kılı bile zarar görmüyor. Buyurun, Osman hadisesi. Ne
olmuş sanki marangoz abinin oğlu azıcık dayak yediyse? Yahu kendi başlattı
adam. O zaman Osman da okulunun diyetini almak için girsin kabadayılar arasına.
Hatta onun gizli kimliğe de ihtiyacı yok. Gitsin abisinin yanına otursun.
Abiden uzaklaşınca iyi olmuyormuş gördü çünkü. Abiden uzaklaşmak neden iyi
değilmiş diye Orhan’ın yediği dayakla hepimiz gördük. Ben böyle şeyleri
sevmiyorum. Abiye kardeşi dövdürmenin ne gereği var? Hem de ne dövmek? Işıklar
yanınca ne olacak? Mahir’in elleri Orhan’ın suratından daha çok acımayacak mı?
Ha deseniz ki sadece Nazif baba şiir okusun izler misin? İzlerim!
Böyle böyle
nereye varılmak isteniyor bilemiyorum ama neresiyse orası bir an önce gitsek keşke.
Hayır, Karadayı olacağım dedi. Bütün İstanbul’a yardım ediyor ama kendi evinden
haberi yok. Her şeyi düşünüyorsa bunu da düşünmesi gerekir. Kafası çalışıyor
maşallah. Madem hayırsever bir iş adamısın, toplat dükkandaki bütün
ayakkabıları, dağıt fakir fukaraya. Zaten adam karısını, torununu kaybetmiş.
Bir de parasızlık belini bükmesin. Yani demem o ki biraz dişe dokunur şeyler
görmemiz gerekmiyor mu?
Aşktan,
adaletten beklentimizi azalttık ama fragmanda gördük ki sağlam bir Feride,
Belgin kapışması var. İşte bunun için dört gözle bekliyoruz.