Muhteşem Yüzyıl Kösem’de bir bölüm daha geride kaldı. İnsan
şaşırıyor. İlk sezonla ikinci sezon arasındaki bekleyiş koskoca bir altı ayı bulunca
bir ara 2017 girmeden önce dizi başlamayacak herhalde diye korkmaya bile
başlamıştık ama başladı da iki buçuk ay geride bile kaldı. Ve insan yine
şaşırıyor çünkü iki buçuk ay ve dokuz bölüm sonrasında 2. sezon hâlâ yerine oturup
kendini bulmuş gibi görünmüyor.
Açıkçası geçen haftaki bölümle birlikte bir kerede
izleyip bitirmekte zorlandığım ve çoğu yerinde gerçekten çok sıkıldığım bir
bölüm oldu. Bunda en büyük etken bölümün amiyane tabirle “hayaller Paris, gerçekler
Sivas” sözündeki gibi bende yarattığı hayal kırıklığı oldu. Neler umdum neler
buldum…Bulduklarımı bulabileceğimi zaten düşünüyordum ama yine de cesur bir
hamle, bir umut ışığı beklemiştim, olmadı.
Biraz ortaya karışık diyebileceğim bir Kösem izledik bu
hafta. Genel hatları ve bütünü itibarıyla fazlasıyla Aşk-ı Derûn kokan, ara
sıra yeni sezonun başlarındaki noktaya geri dönüp günümüzdeki siyasi
söylemler ve güçlü lider anlayışıyla birebir ortaklaşan, ne olursa olsun harem kadınlarının entrikalarını
her şeyin üstüne koyan ama en önemlisi dizinin içine girmiş olduğu
kısır döngüden kendini maalesef ki yine kurtaramayan bir bölümdü.
Yeni bir dizi olarak Kösem’in geçen sezon ara sıra
tuzağına düştüğü orijinal diziyi tekrar etme durumu bu sezonda dizinin nahoş
bir şekilde imzası haline geldi diyebilirim. İlk sezonda ilk diziden aşina
olduğumuz kimi olaylar ve sahnelerin benzerlerini zaman zaman görüyorduk ama
geneline baktığımızda çok orijinal karakterler, hikayeler ve fikirler de
barındıran özgün ve karakteristik de bir sezondu.
İkinci sezon ise belki de ilk sezonun ve bu seneki ilk
bölümlerinin aldığı eleştiriler yüzünden herkesin özlem duyduğu ilk dizinin
hissiyatını verebilme çabasıyla hareket ederken iyiden iyiye orijinal
materyalin kopyasına dönüşme noktasına vardı varacak. İzlediğimiz hemen her şey
fazlasıyla formüller üzerinden ilerleyen, hiç durmadan aynı şeyleri izleyip
durduğumuz hissiyatından kendimizi kurtaramadığımız, sonu gelmez bir kısır
döngüye dönüşmüş olaylar ve karakterler silsilesi gibi. Yeni sezon yavaş yavaş
kendini bulacak gibi görünüyor diye yazmıştım birkaç hafta önce ama sezon
kendini bulmaya uğraşmaktansa büyük ağabeyi vakti zamanında ne yapmışsa aynısını
yapıp kendini kısa yoldan kurtarmaya bakıyor gibi.
Bölümün ilk bir saatlik yarısının ufak bir yarısını
kaplayan 4. Murad’ın Balıkesir’de çıkan İlyas Paşa isyanını bastırdığı sahneler
hissiyat olarak beklediğimden çok daha sönük geçti. Öyle aman aman bir aksiyon
sahnesi beklemiyordum zaten ama açıkçası araya bir haftalık yılbaşı tatili
girmişken üstüne daha fazla düşülen ve aksiyonu olmasa bile arka planı daha iyi
detaylandırılan, ekranda daha fazla yer kaplayacak önemli bir sefer sahnesi
beklemiştim.
Kudüs Şövalyeleri’nin destekçisi olduğu, Sinan Paşa ve
Gülbahar Sultan’ın finanse edilmesine katkıda bulunduğu sözde çok önemli ve
büyük olması gereken bu isyan olayı Bergama Kalesi’ni savunan alt tarafı on beş-yirmi
tane adamın 4. Murad’ın pençelerinde can vermesiyle sonuçlanınca bir ciddiyeti
kalmadı haliyle. Bir önceki bölümde CGI marifetiyle koskoca bir ovaya yayılmış
binlerce askerin çadırını gösterdikten sonra çatışmalara dair bir şey göstermeden
bu sayıyı yirmi kişiye indirip, o yirmi adamı da tek bir adama haklatınca başka
bir hissiyat oluşması kaçınılmaz oluyor insanda.
4. Murad’ın fiziksel gücünü gösterebilmek adına karşı
karşıya kaldığı adamları tek tek indirmesini izletmek anlaşılır bir durum ama
10’a karşı 1 durumu yaratıp, Murad birisini pataklarken ötekilerin eli armut
toplar gibi durup manzarayı seyretmesini göstermek durumu komikleştirmişti. Onca
adamla tek başına değil de yanında iki tane daha adamıyla ekip halinde
dövüşürlerken sadece kendi etrafında olan isyancıları hızlı ve çevik bir
şekilde alt etmesini izlemek daha inandırıcı ve haliyle keyifli olurdu.
Yıl 2017 oluyor ama Türk
dizi / film sektöründeki dövüş sahnelerinde Kara Murat : Fatih'in Fedaisi noktasından çoğunlukla
bir adım ileriye gidilemiyor. Yine de böyle Superman gibi yenilmez, ultra güçlü
bir padişah görünce göğsü gururla kabaran seyirci kitlesi tatmin olduysa bana
laf düşmez. Yapılan iş amacına ulaşmış demektir.