Bölümün şahsım adına en keyif verici yanlarından birisi
Rahip Cornelius karakterinin öldürülerek devre dışı bırakılması oldu. Açıkçası
karakteri canlandıran Murat Atik fazlasıyla karikatür bir kötü adam portresi
çiziyordu ve zaten sevimsiz bir karakter olan Cornelius iyice iticileşiyordu. Yine
de öldürülmesi ve yerine Sinan Paşa’nın Kudüs Şövalyeleri’nin başına getirilmesinin
biraz daha çarpıcı bir şekilde çekilmesini isterdim. Üstelik Sinan Paşa Cornelius’un
yerini alırken ayine katılan onca tarikat mensubu şimdiye kadar neden hiç
görünmediler, tarikat neden sadece Rahip Cornelius’tan ibaret bir yeraltı
örgütü gibi gösterildi diye de düşündüm ister istemez. Halbuki sezonun
başındaki üçlü yönetim kurulu toplantıları böyle bir yapılanma için daha
inandırıcı, gizemli ve güzeldi.
Yine bölümdeki keyifli anlardan birisi Hezarfen Ahmet Çelebi’nin
helesi ilk deneme uçuşunu kendi çapında gerçekleştirdiği sahneydi. Ushan Çakır’ın
kanatlarını takıp havada süzülmeye başladığı anda yeri öpeceği belli olduğu
için bütün o romantik müziğe rağmen son derece de komik bir sahneydi. Resmen
Hezarfen karakterinin içindeki masum çocuksu hevesi hissettirdi bana. Yine de Çakır’ın
Hezarfen karakterinin o saç modeli ve tavırlarıyla biraz fazla modern ve dönem
dışı durduğunu söylemek isterim. Dizideki karakterler içinde hiç 17. yüzyılın Osmanlı
vatandaşı gibi görünmeyen tek karakter Hezarfen Ahmet Çelebi sanırım.
İstanbul Kanatlarımın Altında’yı izlemiş olan herkes
Ushan Çakır’ın Hezarfen’inde ister istemez az da olsa Ege Aydan’ın Hezarfen’indeki
ciddiyeti ve ağırbaşlılığı arıyordur diye düşünüyorum. Açıkçası ben arıyorum.
Evliya Çelebi karakteriyle birlikte dizide bir nevi Hacivat-Karagöz işlevi
görüyorlar ama biraz daha o dönemin insanı gibi sunulsa daha hoş ve inandırıcı olacak
sanki.
Senaryoyla ilgili çok hoşuma giden bir detay da vardı bu
bölümde. Sultan Murad, bir hain olabileceğinden şüphelendiği Şeyhülislam
Ahizade Efendi ile Arz Odası’nda görüşürken sezonun ilk bölümünde sarayı basıp
şehzadeleri görmek için ortalığı ayağa kaldıran, katledilmemeleri için kefil
olacak birilerini görmek isteyen Sipahiler’e karşı Ahizade Efendi’nin 4. Murad’a
kefil olduğu sahne hatırlatıldı ve Murad sordu : “O rezilliği unuttuğumu mu
sandın? Sen kim oluyorsun da koskoca padişaha kefil oluyorsun?” Murad’ı ya da
Ahizade Efendi’yi bilemem ama vallahi ben unutmuştum.
Zaman zaman senaryodaki baştan savmalıkları kıyasıya
eleştiriyoruz ama işte böyle nokta atışı detaylar yerleştirilip yeri geldiği
zaman kullanıldıklarında da tadından yenmiyor. Keşke hep böyle olabilse. Bakalım
sezon boyunca böyle sürprizleri karşımıza getirip bölümleri ustaca birbirlerine
bağlamaya devam edecekler mi.
Hayal kırıklığına uğradığım sahneler de yok değildi bu
arada. Bir kere en büyük hayal kırıklığını Deli Mustafa’nın yanına kapatılan
Şehzade Kasım konusunda yaşadım. Bölümü tek başına sürükleyip götürebilecek,
çok çarpıcı anlara sebep olabilecek bir fırsatı ellerinin tersiyle itmişler.
Haremdeki herkes Mustafa’nın hâlâ o zifiri karanlık odada yaşamakta olan bir meczup
olduğunu söylemişken Kasım’la daha yaşlı ve daha deli Sultan Mustafa’yı bir
arada görememek büyük talihsizlik oldu.
Geçen hafta o odanın kapılarını görüp Sultan Mustafa’nın
orada kapalı tutulduğunu duyduğundan beri sanıyorum ki herkes heyecanla en
sevdiğimiz deli padişahı görmeyi bekliyor. Yapım ekibinin de bunun farkında
olduğunu ve beklentiyi artırmak için karakteri bilinçli bir şekilde henüz
göstermediğini düşünmek istiyorum. Bu dakikadan sonra Deli Mustafa’yı
göstermemek bence büyük talihsizlik ve seyirci açısından da büyük hayal
kırıklığı olacaktır.
O odada bir şeyler var ama ne? Kasım orada ne yaşıyor,
nasıl etkileniyor? Yanındaki deliyle nasıl bir iletişime geçiyor? Canını kaybetmektense
zifiri karanlık bir tımarhanede delirerek yaşamayı göze almak nasıl bir
psikolojiyle açıklanır? Farya’yla Ayşe Sultan’ın iç bayıltan erkek kavgaları,
Murad’ın zaferleri sizin olsun, bize Deli Mustafa’yı ve iki günde delireyazmış
Kasım’ı verin.