Birken iki, ikiyken üç olmak...

“Tüm erkekler anneleri tarafından yaratılırlar.” demiş Ralph Waldo Emerson…

 
Hayatta duyduğum en doğru sözlerden biridir. Eğer karşımızdan iyi bir adam varsa, bu her zaman onun arkasında duran annesinin şah eseridir. Nasıl bir anne o çocuğu yetiştiriyorsa ortaya öyle biri çıkar.
 
Ömer İplikçi’nin de arkasında onu hayal ürünü olarak yetiştiren bir anne vardı. Her kendisinden bahsedildiği zaman hayranlıkla dinlediğim, gözlerimden yaşlar akıtan. Söyleseniz kaç tane anne vardır, oğluna daha küçük yaşta “Zarif bir salon adamı dans etmeyi bilmeli.” düşüncesini öğreten. Onunla bir rutin halinde dans eden. Hatta dans etmenin yanı sıra maket yapan, uçurtma uçuran ve doğadaki her şeye saygı duymayı öğreten. Bir ağacın bile ruhu olduğuna inanan, doğanın tüketmediğini ve sürekli durmaksızın kendini var ettiğini çocuğuna aşılayan bir anne… Hastayken limon sevmeyen oğlunun çorbasını limonu sıkarken “Şifa limonda değil, ona sıkan ellerdedir” diyen, ormanda kaybolan bir kirpi bulduğunda onu eve getirip tedavi eden, Türkiye’de köy köy dolaşıp yardıma muhtaç insanlara bakan, çocuğu üstünü kirlettiği zaman ona kızmak yerine “Bir tanem” diye seven, bir gün onları kaybedecek diye korkan çocuğuna “Hayatta tutunacak, hayatı yaşamaya değerli kılan başka duygular da var. Aşk mesela her şeyin üzerinde. Öyle bir his ki o, hem kendini bulduğun hem de vazgeçtiğin kendinden. Hem içini su serpen, hem de cayır cayır yakan.” diyerek aşkı tanıtan, ölüm döşeğinde bile ona miras olarak “İyi insan ol, adaletli ol, beyefendiliğinden ödün verme. İyiler kazanır dedi. Hep iyiler kazanır. İyi olmaktan vazgeçme.” nasihatinde bulunan bir anne Emine İplikçi. İşte o böyle muhteşem, merhametli, yumuşak kalpli ve nazik kadından da ortaya kendini yeri geldiğinde yıkılmaz duvarlar arkasına saklasa bile içeride sımsıcak kalbi olan bir Ömer İplikçi ortaya çıktı. Sevmesini bilen, şahane, hatta dizinin başında “Bu erkek bir hayal ürünüdür” ibaresini eklememiz gereken bir erkek bile diyebiliriz kendisi için…


 
Daha Kiralık Aşk serüveninin ilk bölümünde oğluyla evlerinin bahçesinde dans ederek hayatımıza giren Emine İplikçi’nin varlığı şahane bir erkek evladının oluşmasını sağlarken, yokluğunda ise Ömer aşkı bulana kadar kaybolmuştu bu kalabalık dünyanın içerisinde. Çelimsiz haline bakmadan koskoca denizde tek başına savaşmayı tercih etmişti fırtınalı denizlerde. Geçmişi arkada bırakmak yerine eski paltosunu üstünde taşıyarak acılarıyla yaşamayı... Ancak içindeki o annesi tarafından yaratılan muhteşem kalp, her daim kendini koruyarak aynı sıcaklıkta korumuştu varlığını. Ne olursa olsun annesinin ona bıraktığı mirastan şaşmayarak, gittiği yolda dümdüz ilerleyerek, tıpkı Nihan’ın dediği gibi cetvel gibi. Pamir ona aşk için bazen kirli oynamak lazım dediğin bile bu duruşundan vazgeçmeyerek büyümüştü, serpilmişti ve annesinin bir zamanlar dile getirdiği gibi hayatta yaşamayı değerli kılan o ruh eşiyle kendi mutlu sonunu yaratmaya çalışmıştı.


 
Evet, ruh eşi... Bir gün Çarşamba cadısı haliyle sokağın köşesinde rastladığı. Başka bir gün otobüs durağında teğet geçtiği ve en sonunda bir lokantanın kapısında fırsattan ifade öperek kendi aşk tanrısı Eros’a nam-i diğer Neriman’a hedefi göstererek hayatları kesişmişti ruh eşiyle... Ancak bu yollar kesiştiğinde ikisi de yarım kalmıştı. İkisi de hiç kimsenin evladı olmadan gelmişti o günlere... Ama Defne’nin acısı ondan bir adım hep öndeydi. Ömer şanslıydı çünkü... O terk edilmemiş, ne yazık ki dünyada her üç insandan birinin başına gelen o elim hastalıkla annesini kaybetmişti. Üstelik bir erkeğin hayatının en önemli yaşlarında annesi yanı başında durmuş, bilmesi, öğrenmesi ve değer vermesi gereken her şeyi ona öğretmişti. Defne ise onun aksine terk edilmişti. Bir nevi aslında Defne bir zamanlar annesiyle ormanda buldukları kirpiydi. Ömer’in annesinin ölüm yıldönümünde kavak ormanında hatırladığı o konuşmayı hiçbir zaman unutmam:
 
EMİNE İPLİKÇİ: “Gel bakalım Ömer’ciğim. Bu kirpinin ayağını saralım, tel kesmiş herhalde bak yara olmuş”
ÖMER: “Annesi yok mu? Annesi niye iyileştirmiyor?”
EMİNE İPLİKÇİ: “Kaybolmuş bu ormanda belli ki bu kirpicik, saracağız şimdi biz iyileştireceğiz.”
ÖMER: “Çok acıyor mudur canı anne? Acımasın.”
EMİNE İPLİKÇİ: “Merhametli prensim benim.”
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER