“Bu yüzük bir daha hiç
çıkmasın. Bir daha hiç tartışmayalım. Kim ne derse desin, üzmeyelim kırmayalım.
Birlikte aynı yolda, aynı yere doğru yürüyelim artık.”
Ömer bu sözlerle, annesinden yadigâr kalan yüzüğü, üçüncü
defa, artık oyun olarak değil de gerçekten Defne’nin parmağına takarken, istediklerinin
yanı sıra çok daha fazlasının da Defne’de olduğunu artık biliyordu. Mesela Defne’nin
aşkı uğruna düşmanına tasarımlarını bile satabileceğini, azimle çalışarak
kendisine rakip çıkabilecek düzeyde bir tasarımcı olabileceğini, hayat onu
sıkıştırdığında gelip kendisinin dizlerinde uyuyacak kadar ona güvendiğini,
kendisine nasıl hayran olduğunu, dolap kapaklarını açık bıraktığını, “Barton
Fink” filmini hiç anlamayıp sevemediğini, her 15 Mart’ta ve dahi diğer tüm
günlerde gülerken de ağlarken de ellerini tutacağını ve teniyle konuştuğunda
çok fena yoldan çıktığını öğrenmişti.
Aralarındaki tüm bu farklar ve benzerliklerle bir yapbozun parçaları
gibi bütünleşiyorlardı. O yüzden de Ömer, Defne’yle el ele aynı yöne doğru
yürümek istemişti. Ömer’in gerçek kaderi olmamaktan
korkan ve kendisini ona denk görmeyen Defne, onun “eşi” olacak olmanın
mutluluğuyla havalanmıştı.Teklif yoktu ortada, teklife gerek de
yoktu. Zaten Defne, Ömer’in bu isteğine canı gönülden katılıyordu.
-Sonsuz aşkımızııın... Kaçıncı yıldızıydı bu Defnem?
-Sayıyı şaşırmakta haklısın Ömer, ben de unuttum valla. :)
“Burası her şeyin
başladığı yer... Bir kız tanıdım ben burada, hayatımda gördüğüm en serseri, en
hırçın kızdı. İtiraf edeyim, başımdaki belayı biraz bahane ederek öpmüştüm o
kızı. Sonra çok acayip bir tokat attı bana. Ama değdi, yediğim tokada da,
peşinden koşmama da... Dünyanın en güzel kızı çünkü o. Benim yanımda olduğu
için çok şanslıyım. Artık hiç ayrılma istiyorum yanımda. Hayatın hayatıma
karışsın. Bundan böyle tek bir hayat yaşayalım. Senle ben… Defne, benimle
evlenir misin?”
Ömer’in üçüncü (“Ee Allah’ın hakkı üçtür.” demişler.) -ve
inşallah son- teklifi ise hepsinin üstüne çıktı benim gözümde. Belki de en çok
yaşanmışlığı içinde barındırdığından, belki atılan temeli yeniden izlerken, aylar
içerisinde inşa edilmiş olan o güzelim billur köşkü bildiğimden tıpkı Defne
gibi gözlerim dolu dolu seyrettim. Nedeni ne olursa olsun, üçüncü kez
hayatlarını birleştirme isteğini paylaşırken, üstelik de arada bir nikah iptali
yaşanmışken, bu kadar duygusal ve etkileyici olması, bu masalın büyüsünün bir
göstergesi. Sanki o her şeyin başladığı yerdeki ilk karşılaşmayla, aynı yerde yeni
bir hayata başlayacakları bu teklifin arasında 2,5 yıl yoktu da, sadece 2,5
saniye var gibiydi.
İlk tekliften sonraki Defne’nin “Bana biraz zaman
ver.” isteğinin yerine, şimdi hiç tereddütsüz verdiği “Evet!” cevabından daha güzeli
Ömer’in, “Evlen benimle!”den, “ Benimle evlenir misin?”e gelmesidir. Çünkü ilki
nasıl bir İplikçi teklifiyse, bu “Defne’nin Ömer’i”nin teklifidir. Defne’nin
rahata ve güzelliklere alışma korkusunu, terk edilmiş çocukluğunu, o
çocukluğunda eksik kalan hayallerini, senede iki defa izlediği filmi, hep
gittiği kuru fasulyeciyi, mecburen içine girip de eline yüzüne bulaştırdığı
oyunu, ıslak hamburger sevdiğini, yeni yılı bir çocuk sevinciyle karşıladığını bilen,
onu tüm bunlarla birlikte kabul edip, tüm bu yönlerinden sonsuz keyif alan
Ömer’in… Cevabından ne kadar emin
olunursa olunsun, Defne’nin de fikirlerini, isteklerini önemsemektir bu soru
cümlesi. Çünkü hayat Ömer’i de eğitti, evriltti, tek kişilik geniş bir yaşam
için esnetti. Bunun en iyi göstergesi de “Birlikte aynı yolda, aynı yere doğru
yürüyelim.”den, “Hayatın hayatıma karışsın.”a geliştir. El eleden de öte, artık
can cana olma isteğidir bu. En başta da dedim ya, onların hayat nehirleri akıp
gidiyor ve bir sonraki dönemeç hep daha güzel oluyor, hep çıtayı bir adım daha
yukarı taşıyor.
Yazı devam ediyor...