Prenses Farya cephesindeyse her şey bildiğiniz gibi. Aşk dolu dizgin gidiyor. Öyle de bir aşkmış ki meğer sözde taht ve doğuştan hakkı olan saltanat için yollara düşüp gelen katanalı yılmaz savaşçı, 4. Murad’ı görünce ülkesini, tahtını, asıl derdini falan unutup aşk peşinde Ayşe Sultan’la erkek kavgası yapan ergen bir kıza dönüştü. Hem de saygı gereği siz’li biz’li de değil, bir kadın sultanla direk sen’li ben’li konuşarak. Hadi o seviyesiz bir sultan diyelim, Farya ondan daha mı matah sanki? Avrupalı, iyi eğitimli bir prenses olacak  güya. Koskoca padişaha layık görülen kadınların haline bakın.
 
Ayşe Sultan gibi işi gücü koca peşinde koşmak ve çirkeflik yapmak olan kafası boş kadın karakterler her ne kadar en az sevilen karakterlerden olsalar da bölümün sonunda Farya’ya sarf ettiği sözler hoşuma gitmedi değil. Muhteşem Yüzyıl tarihinden öğrendiğimiz bir şey varsa o da böyle sözlerin Farya gibi bir karakteri daha da hırslandırıp saraydaki yükselişine ön ayak olacağı ama Farya kendisine ayrı bir saray açılan bir gönül eğlencesi olarak gerçekten de Murad’ın “aşüftesi” olmuş olmadı mı? Atike Sultan “ağabeyim seni yanında tutabilmek için Macar tahtını sana vermedi” dediği zaman buna hiddetlenip sinirlenmesini beklerdim zira bize tanıtılan Farya’nın vermesi gereken tepki buydu. Meğer çok mutlu olmuş tahtı bu yüzden kaybettiğine. Gel de böylesi bir karaktere gıcık olma. 
 
Amcası öldürülüp annesi özgürlüğüne kavuşunca bütün davasını unutup her şeyi boşveren gayet içi boş bir kadın neden hâlâ haremdeki diğer kadınlardan farklı ve çekici gelmekte acaba Murad’a? Nasıl olsa onlardan bir farkı kalmadı. Annesi deseniz o da başka bir alem…Kızının Osmanlı Padişahı’na aşık olduğunu ve adamın da kızı bırakmadığını öğrenince hayret edip itiraz edeceği yerde evde kalan kızına uygun koca adayını bulmuş teyzeler gibi sevinçten gözleri parladı, olur verdi. Ne meraklılarmış ana-kız Osmanlı'yla dünür olmaya...
 
Sosyal medyadan görüldüğü kadarıyla Farya’nın dadısı Margaret bütün “r” harflerini söyleyebildiği halde iş “Prenses” demeye gelince bunu es geçip her seferinde “Pğenses” diyerek seyircide antipati oluşturmuş olabilir ama açıkçası Faryagiller cephesinde mantıklı bütün tepkileri bir tek kendisi veriyor. Bölümün başında ana kız at arabasında 4. Murad aşklarından dört köşe olurlarken ikisini de “şaka yapıyor olmalılar” bakışıyla süzen Margaret hislerime tercüman oldu. Burcu Gül Kazbek dadıyı oynamasına rağmen ekranda Macaristan ahalisiyle ilgili en asil görünen kişi açıkçası. Belli ki içlerinde olması gerektiği gibi bir Macar kanı barındıran da bir tek bu dadı. Ne yapsın ki en nihayetinde bir hizmetkar. Başını sallayıp onay vermekten başka yapacak bir şeyi yok.
 
Yeri gelmişken sorularımı da sıralayayım. Kuzeni Farya tarafından öldürülen Papa ne âlemde? Farya’yı öldürtmekten neden vazgeçti? Ya da vazgeçti mi? Kendisine ve Vatikan’a yapıldığını düşündüğü bu hakareti unuttu mu? Dizideki paralel örgütlenmeyle bağları olduğu halde neden hiç görmüyoruz kendisini? Ya da ondan gelen emirle Farya’yı öldürtmeye çalışan Cizvit’liler neden işin ucunu bıraktılar? Farya’nın amcası öldürülünce Papa’nın da Cizvitliler’in de bu konudaki süngüleri tamamen suya mı düşmüş oldu? Dizinin başında Farya karakteriyle ilgili çıkış noktası olan bütün hikayeler neden unutuldu gitti? Bu karakterle varılmak istenen yer neresidir? Aşk, meşk? 
 
Bu haftaki en keyifli sahneler Acem elçilerinin 4. Murad’a getirdikleri yayla ilgili olan sahnelerdi demiştim. Bölümler ilerlerken 4. Murad’ın efsanelere konu olmuş olan gücü kuvvetiyle ilgili detayları da aralarda görüyoruz. Sezonun ilk bölümü meşhur gürzünü savurmasıyla başlamıştı, sonra 3. bölümde güreşteki kabiliyetlerini ve yenilmezliğini gördük, 6. bölümde de meşhur yayını almasını ve en gürbüz askerleri ve devlet adamları bile iki ucunu bir araya getiremezken koca yayı kağıt gibi büküp kullanıma hazır hale getirmesini izledik.
 
Yayla ilgili sahneler açıkçası bölümün entrikalarını izlemekten daha keyifliydi. Hem tarihi bir unsur olması sebebiyle hem de dizinin kasvetli havasını dağıtıp eğlenceli anlara sebep olduğu için. Üstelik bu sahnelerde dizi başlarken karakterlerle ilgili basına verilen tanıtımlarda Silahtar Ağa karakterinin bilgileri arasında yer alan babasıyla sorunlu geçmişine dair diyaloglara da helesi tanık olabildik. Abaza Mehmet Paşa’yla konuşan Silahtar’dan öğrendiğimize göre kendisi de aslen Bosnalı birisi ve anlaşılan o ki Bosna’da bilinen bir aileye mensup. Pargalı İbrahim Paşa, Rüstem Paşa ya da Derviş Paşa gibi varlıksız, fakir fukara birisi değil. Buna rağmen bir devşirme olarak Osmanlı himayesinde. Bakalım gerisi nasıl gelecek.
 
Yalnız bu yay germe sahnelerinde bir şey bir kez daha biraz göze battı. Metin Akdülger 4. Murad olarak üstüne düşeni yerine getiriyor ama tarihten bilinen ve zihinlerde beliren 4. Murad’a göre fiziksel olarak yetersiz kalıyor. Açıkçası o sahnelerde boylu poslu İsmail Filiz’in Abaza Mehmet Paşa’sının ya da Caner Cindoruk’un Silahtar’ının o yayı germesi ekranda çok daha muhtemel görünüyordu. İki kişinin zor taşıdığı söylenen gürzü tek eliyle kaldırıp savurması ya da kocaman yayları rahatlıkla germesi gibi fiziksel güce dayalı olan sahnelerde inandırıcılık kaybediliyor. Rejinin bir hal çaresine bakmak lazım gibi.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER