Gitmek ya da gitmemek...
“Sadece gitmekle halledebileceğini düşündüğün şeyi, nereye gidersen git cebinde götüreceğinden emin ol” demişler. Veya bilmiyorum, rastlamadım, belki de dememişler. Dememişlerse de, eksik demişler. Gitmenin çare olduğu bir dünyaya rastlayan olmadı çünkü. Bir çare varsa, onun gitmek olduğunu kanıtlayanımız da bulunmuyor. 

Var ile yok arasında bir araf yeridir “gitmek”. Ne var’ı yok edebilir, ne de yok’u var. Bir yapbozun en renkli kısımlarını; güneşi, ayı, gökkuşağını, yıldızları bulmak için gidersiniz belki –hatta şanslıysanız bulursunuz da- ama uçsuz bucaksız bir ormanın ortasındaki o tek bir ağaç, binlercesi arasında parlamak için ışığını arayan o tek bir yıldız eksik kalır resminizde. Gitmelerin en güzel olduğu yere, gitmelerin en güzel olduğu kişiyle bile gitseniz, tamamlanamayacak eksikler götürürsünüz içinizde. Çünkü mutluluk denilen şey size ait olduğu kadar, yekparedir de. Yekpare bir anın, parçalanmaz akışı gibi; kırılıp dökülmeden bölünemez de...  

Ömer’in bir zamanlar bir değil iki kişi olarak yürümeye çıktığı yolun başında öğrendikleri üzerine, her şeyi geride bırakıp kendisi için, bir başına gitmesiydi mesela; gitmek. Tıpkı bu kez Ömer’le Defne’nin yine kendi mutlulukları için her şeyi geride bırakıp gitmelerine benziyordu. Gitmek. Mantığının, adaletinin, hatta şartlarının bile aynı olup olmaması önemsizdi. Her iki gitmek de yarım bırakmaktı çünkü. Yarım olduktan sonra haklı olmanın da, adil olmanın da, doğru olmanın da önemi kalmıyordu. Mutluluk yekpareydi. Bölünemiyordu. Parçalara ayrılamıyor, ceplere çantalara konup uzaklara götürülemiyordu.  

Herhalde Kiralık Aşk’ın –kalbe dokunan her hikaye gibi– her birimiz için ziyadesiyle kişisel olduğunu söylemeye gerek yok. Her biri eşsiz, koca evrenin eşit derecede sevdiği, hiç birini diğerinden daha önemli tutmadığı binlerce belki milyonlarca yıldıza aynı kaynaktan ışık veren bir hikaye oldu hep bu hikaye... Hepimizi durmaksızın aynı yerimizden vurdu; aynı anda parlayıp aynı karanlıklara doğru söndük onlarca, belki yüzlerce kere. Ama bizi biz yapan yerlerimizden de vurulduk bazen –kimi zaman tek başımıza, milyonlarca başka yıldızın içinde– çünkü eşsiz olmak biraz da bu demekti işte. Beni gitmekten vurdu mesela, aynı sebeplerle aynı gidememeyi yaşayan kim varsa onları da aynı şekilde vurduğuna emin olduğum gibi. Sadece kendin için mutlu olmayı seçememeyi, mutluluğu parçalayıp bölememeyi anladım yeniden. Anladığımı hatırlamak diye bir şey vardı, şimdi başıma geliyordu; ve en az anladığım zamanki kadar koyuyordu içime. Gidemediğim şehirde, gidemediğim koltuğun üzerinden otururken, bir kez daha gidemiyordum. “Bu yüzden seviyorum” diyordum içimden, siz muhtemelen başka sebeplerle “bu yüzden sevmiyorum” derken.  

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER