Aşk, garanti vermekle yükümlü değildir hiç bir zaman. Gerçek aşk, aşık olana garanti verdiği için “gerçek” olmaz; onu büyüttüğü, onun eksik yanlarını tamamladığı, onu bir bütün hatta bir bütünden daha fazlası yapabildiği için gerçektir. Gerçekliği, ondan her anlamda daha iyi bir insan yaratabilmesinde gizlidir. İşte Defne’nin ne olursa olsun peşinden gitmeye kendini adadığı aşk, “Ömer İplikçi aşkı” değil, bu aşk. Kızıl bir masal prensesinin siyah gözlü şövalyeye duyduğu aşk değil; onu olduğundan bile iyi yapan, onun içinden kendisi için de yaşama azmini, başarılı olma potansiyelini, gerçekten mutlu olabilme kabiliyetini çekip çıkarabildiği için masalsı olduğu kadar gerçek de olan bir aşk. Sadece ayaklarını yerden kestiği için değil, o ayakları bastığı yere çok daha sağlam bir şekilde bastırdığı için peşinden gidilmeyi hak ediyor.
“Kadın adamı sevdiğini, yuva bir ‘yer’ olmaktan çıkıp ‘o’ olduğunda anladı” diye yazmış E. Leventhal. Kadın adamı sevdiğini, onu ilk yuvasına geri götürebilecek kadar büyük bir kalbe sahip olduğunu görünce bir kez daha anladı. Bunu da naçizane ben eklemiş olayım.
Gerçek aşk, bencilliği de içinde çok fazla barındıramıyor... Sevdiği kadın yuvasını bırakıp ona gelse bile, onun huzurunu kendi mutluluğundan daha fazla düşündüğü için kaçtığı yuvaya geri götürecek kadar sınırsız bir derinliğe ancak gerçek aşk sahip dünyada. O aşkı bir gün kaybetme ihtimalinin önemini yitirdiği nokta da, işte bu derinlikte gizli...
“
gökyüzünün esintilerinde,
seni bekleyen bir özgürlük var.
ya düşersem diye mi soruyorsun?
ah ama sevgilim,
ya uçarsan?
”
Yazı devam ediyor...