Muhteşem Yüzyıl Kösem’in 2. sezonu ekran yolculuğuna ağır
aksak devam ediyor. Aksiyonu biraz geri plana alıp hikayeyi ve karakterleri daha
detaylı işlemeye odaklandıkları bir diğer bölüm olan 5. bölümü de geride
bıraktık bu hafta. Dizi yavaş yavaş kendini bulacak gibi görünüyor ancak birçok
karakterin daha hâlâ oldukça sönük durumda olduklarını da söylemek gerek. Geç
olsun, güç olmasın diyerek takibe devam ediyorum.
Bu haftaki bölümün genel görünümünü kısaca kim kime, dum
duma diye özetleyebiliriz. Tamamen aşk ilişkileri, aşk üçgenleri, tutkular ve
kıskançlıklar üzerine kurulu, pembesi epey bol bir bölüm izledik. Sezonun
başından beri itiraf edilemeyen duygular itiraf edildi, yeni sevdaların kapısı
aralandı, bazı ilişkilerin adı kondu, bazıları da sezdirildi derken hikayenin
siyasi boyutuna eğilmeye bu defa pek fazla fırsat ve zaman kalmadı.
Açıkçası bölümün Kösem Sultan saraya getirilip ayaklanana
kadar geçen bir saatlik bölümünde üstüme bayağı bir rehavet çöktü. Daha tempolu
ve akıcı halledilebilecek olan bu bölümün biraz fazla uzatıldığını, hikayenin sündürüldüğünü düşünüyorum. Ölmeyeceğini ve kaybolmayacağını
bildiğimiz Kösem’in kurtuluş hikayesinin flashback vasıtasıyla birkaç
parçaya bölünerek anlatılmasındansa en azından başlardaki kısmının normal
olay akışı içinde daha dinamik bir şekilde sunulması, bizlere takip etmesi çok
daha zevkli bir ilk yarı sunardı.
Tam “keşke bu diziyi 2.5 saatlik koca koca bölümler
olarak izlemektense yurtdışında olduğu gibi 45’şer dakikaya bölünmüş normal
uzunlukta parçalar halinde izleyebilseydik” diye hayıflanarak düşünmeye
başlamışken bölümün ikinci yarıda nihayet ivme kazanmaya başlamasıyla ben de üstüme
serpilmiş olan ölü toprağını atabildim. Bunda en etkili olan şey tabii ki
bölümün en dişe dokunur sahnesi diyebileceğimiz Sultan 4. Murad’ın payitahtta
yuvalanmış olan Hıristiyan hainlerin hesabını gördüğü sahneydi.
Açıkçası bu Cizvit Tarikatı, Kudüs Şövalyeleri ve onların
Osmanlı’daki sinsi işbirlikçileri muhabbetinin nereye varacağını, böyle bir
hikayenin kurgulanmasındaki amacın tam olarak ne olduğunu merak ediyorum. Söz
konusu tarikat 1500’lü yılların sonlarından ve 3. Murad döneminden beri
Osmanlı’da varlık gösterdiği bilinen bir örgüt olsa da dizideki işleniş şekli
4. Murad döneminin tarihi bir takım gelişmelerinden daha çok günümüz ülke
siyasetinin Muhteşem Yüzyıl evrenindeki birebir yansıması gibi görünüyor.
Sanırım diziyi takip eden birçok seyirci de bu durumun farkındadır. Son
dönemlerde birçok malum yapımda olduğu gibi devletin resmi
politikası "tarihi kurgu" adı altında diziye bütünüyle yedirilmiş gibi
görünüyor. Bu da Muhteşem Yüzyıl gibi bir projede görmeye alışık olmadığımız
bir yaklaşım.
17. yüzyılın tarihi ortamı bugünün Türkiye’sini anlatabilmek
için araç haline getirilmiş gibi. Artık buna kaçınılmaz olarak zamanın ruhunu
yakalayıp hikayede yansıtmak mı dersiniz yoksa bilinçli bir hamle mi bilemem
ama doğrusunu söylemek gerekirse ekranda izlediğim olayların tarihten daha çok
günümüzü anlatmaya, ders vermeye soyunmuş gibi didaktik görünmesi ve başroldeki padişah
figürünün tarihteki 4. Murad’dan ziyade gayet net bir şekilde günümüzün
siyasetçilerinin yansıması gibi durması bende Muhteşem Yüzyıl adına alarm
zillerini çaldırmaya başlar. Zira 1632 yılında geçen bir yapımda o dönemi hissedebilmek
isterim. Aksi durumlar diziyle ve dönemle ilgili gerçeklik algımı bozmaya başlar. Tarih tekerrürden ibarettir düsturuyla her dönemde yaşanan benzer
olayları ustaca hamlelerle aralara yedirmek başka bir şey tabii, böylesi bir
yaklaşımın her zaman başımın üstünde yeri var. Nereye varacak bu durum,
bekleyip göreceğiz. Bir bildikleri vardır herhalde.
Dönemin asıl belası olan Sipahi isyancıları da rahat
durmuyorlar tabii. Geçen hafta küçük bir çocuğun duygusal zaafiyetini
kullanarak onu "çocuk suikastçı" gibi kullanmalarını izlemiştik. Bu hafta ise
olayın azmettiricilerinin tedarikinin görülmesini izledik. Ancak her iki
sahnenin de çok yavan kaldığını düşünüyorum. Bir kere şehir içindeki
karşılaşmada Farya’nın katanasıyla Murad’ı kurtaracağı daha sahne başlar
başlamaz belli olduğu için sahnedeki sözde gerilimi çok anlamsız ve zayıf
buldum. Daha sonra yakalanıp Topkapı Sarayı’nda hücreye atılan elebaşının
öldürülmesi ise hepten absürd oldu.
Koskoca Kösem Sultan’ı öldürtmeye çalışmış
olan adamı sarayın zindanlarında değil de ne hikmetse haremindeki bir hücreye
kapatmak, başına da tabii ki tek bir nöbetçi dikmek, geçerken uğrayan
bir cariyenin dekoltesini azıcık göstermesiyle o nöbetçiyi rahatça saf dışı
bırakmak ve tereyağından kıl çeker gibi gidip adamı öldürmesini göstermek nedir? Farya'nın tutulduğu zindanlar ne güne duruyor? Böyle bir intihar görevini nasıl ciddiye alalım biz şimdi?
Saltanat Naibesi olmuş kadının hayatına kasteden suçlu
bile bu kadar komik bir şekilde ortalık yerde gözetim altında tutuluyorsa vah o
saraydaki diğerlerinin haline ve tüh o sarayın güvenliğinden sorumlu adamların
kalıbına. Böyle basit, sakil entrikalar neden inatla yazılmaya devam edilir şu
diziye hiç anlamam. Hele de kanın iyiden iyiye gövdeyi götürüp şiddetin daha
ciddiye bindirildiğinin iddia edildiği bir sezonda. Sadece aşk-meşk ilişkileri
yüzünden pembe dizi olunmuyor yani, böyle çocuk oyuncağı entrikalar da aynı
türe hizmet ediyor.
Yazı devam ediyor...