Kısa kısa...
● Defne’nin acısını hissettim. Korkusunu, isyanını, çaresizliğini. Gerçek bir aşk, gerçek bir ahenk, gerçek bir ruh birliği varsa, o ruhun diğer yarısına ulaşamadığı zaman insanın ne kadar kendi ruhundan olabildiğini. “Farketmeden senin olmuşum” diyen sesinin çıktığı yer kadar derinden seslendi acısı. Çok derinden geldi, adeta o kadar derinden gelmesi gerektiği için.
● Ömer’in de acısını hissettim. Gizlemeye çalıştığı korkusunu, sessiz isyanını, içine içine akan çaresizliğini. Dehşete düşürmek istiyordu belli ki. Başardı.
● Ömer’in başta yanındaki olmak, ve tüm gücünü ondan almak üzere, tüm şahane kadınları anlattığı şahane konuşması. Belki de tüm şahane kadınları ağlattı. Kalp. Ağlamaklı kalp.
● Mutluluğa inanmakta neredeyse insanüstü bir rezistans gösteren Seda’yı birazcık anladım. Biraz. Ama evine tünemeye gelen bir diğer asalak koca figürü olan eski eş karşısındaki dil tutulmuşluğunu anlayamadım. Bu; kızına alfabeli makarna haşlayan, tabağının yanına diş fırçası koyan, kırmızı kareli misafir örtüsünü çıkarmayıp ona özel battaniye alan Sinan’ın fazlasıyla anlayabileceği bir şeydi. Söyleyemedi.
● Passionis kadrosuna, Pamir’in Stil Vagonu’na CEO oluşundan bile daha saçma bir şekilde dahil oluveren Neriman’ın Koray’la bir olup kalkıştığı işlerin hiç birine akıl sır erdiremedim. Erdirmem bekleniyorsa da üzgünüm. Normalde asla bu kadar açık ve net yazmadığım şu gibi bir cümleyi yazmak üzere olduğum için daha da üzgünüm hatta: kafaların böylesine hallaç pamuğuna döndüğü bir haftanın sonunda gelen bölümün ilk bir (küsür) saatini bu şekilde geçirmenin mantığını anlamayanlarda korkarım yalnız değilim.
● Sabahın köründe buz yiyen Pamir, tepesinden ateşler yükselen seyircinin kafayı serinletmek için yapması gereken şeyi yaptı belki, kim bilir? Pamir, aralarına üçüncü bir kişinin girme fikrine bile tahammül edilemeyen Defne ve Ömer’inkisinen başka herhangi bir hikayede çok iyi bir üçüncü karakter olabilirdi. Eğer bir gün gerçekten giderse, böyle düşünmeye devam edeceğim.
● “Hiç bir şeyden anlamasa aşktan anladığını söyleyen Neriman keşke gerçekten aşktan anlasaydı da, bütün bunlar başımıza gelmeseydi” dedim mi? Dedim. “Seçici anlamak” oluyordu demek onunkisi. Onu da anladım. Peki.
● Koray’ın geçici bir heves olmayan Berke aşkını çok sevdim. Berke. Nişantaşı’nda üç beş tur atmanın ilaç gibi geleceğini bilseydim, bu ikili için daha evvelden yürürdüm. Neyse, bu favori çiftimin arkası sağlam gibi gibi. En azından Koray’a kendini adadığı şeyler konusunda bir çok insandan daha fazla güveniyorum!
● Konuşamadan anlaşan İso ve Ayşegül’ü mü izledik, esnaf lokantasında dev porsiyonlara rağmen dükkan döndürmenin inceliklerine mi vakıf olduk bilmiyorum. Belki bir gün anlarım. Ne demişti Defne? Aşina olmadığımız bir macera. Belki zamanla bir yuvamız olur, belki de savrulup gideriz. Olursa olur olmazsa kuru pilav cacık yiyip, üstüne de çay mı içeriz?
Esenlikle...