Muhteşem Yüzyıl Kösem : Devr-i Murad
Bölümün hikayesinin ilk bölüme göre daha lezzetli ve oturaklı olduğunu yazının başında söylemiştim. Kimi yerlerinde izlerken o bilindik keyfi de aldım ancak bütününe baktığım zaman olumlu yönlerini gözümde silip atan, ekran karşısında sinirden deli eden bir bölüm olduğunu söylemek zorundayım. Bunun sebebi de ne hikaye, ne oyuncular, ne de başka bir şey. Onlarda sorun yoktu. Beni bölümden kopartan şey tamamen Çağatay Tosun’un rejisindeki teknik tercihler.
 
Geçen haftaki yazımda daha önce hiç Muhteşem Yüzyıl deneyimi olmayan Çağatay Tosun’un diziye ne gibi yenilikler getireceğini ve dahası getirdiği bu yeniliklerin yapımın artık klasikleşmiş kodlarıyla uyumlu olup olmayacağını göreceğiz demiştim. Kendi adıma sorumun cevabını hemen aldım. Maalesef Muhteşem Yüzyıl, Türk dizilerinin neredeyse hepsinde var olan ve şimdiye kadar itinayla, özellikle kaçındığı, benim bir seyirci olarak tek kelimeyle “virüs” olarak adlandırdığım ve dünyada bir tek de Türk dizilerinde tanık olduğum o tuhaf uygulamaya en sonunda teslim olmuş durumda. Hiç sabit durmayan, devamlı olarak hareket eden, böylesine iddialı bir projenin bütün ağırlığını ve asaletini alıp götüren, ekrandaki her şeyi ucuzlaştıran -tabirimi bağışlayın- o kamera kullanımı.

Bu durum aslında sezonun ilk bölümünde de yer yer kendini göstermişti ancak ikinci bölümde işin tadı cidden kaçmış. 2 saat 20 dakika süren bölümde belli başlı üç-beş sahne haricinde, sahnelerde ya da karşılıklı diyaloglarda bir gerilim ya da aksiyon olsun olmasın, kamera bir saniye olsun yerinde durmadı. Oyunculuklara ya da sahnelerin görsel güzelliğine, hikayeye odaklanmaya çalışırken devamlı olarak gözümü meşgul eden, yoran ve en nihayetinde de sinir eden bu tercihten dolayı bölüm bitince hiçbir sebep yokken üstümden kamyon geçmiş gibi hissettim.
 
Muhteşem Yüzyıl o kadar şık, görseli o kadar güçlü ve izlerken insanın gözlerini o kadar kamaştıran bir yapım ki, bu şıklığı, bu görkemi anlamsızca bozan ve bozacak olan her şeye normalde olacağından beş kat daha fazla canım sıkılıyor. Dizinin altı yıllık sadık bir seyircisi olarak birçok noktasına hakim olduğum için iyi-kötü birçok özelliğine kendimce eleştiriler getirebilirim, dilim döndüğünce yazıp okumak isteyenlerle paylaşabilirim, katılan olur katılmayan olur ama inanın sırf şu bahsettiğim kamera tercihi yüzünden sevdiğim yapıma sonuna kadar nefret kusabilirim. Dahası diziyi izlemeyi bile bırakabilirim. O derece nefret ettiğim ve ne amaçla kullanıldığını asla da anlamadığım ve anlamayacağım bir uygulama bu.
 
Dizide görseli o kadar güzel, o kadar tablo gibi sahneler tasarlanıp çekiliyor ki hepsini doya doya seyretmek istiyorum ama bu hafta izlediğimiz bölümde zirveye çıkan bu kamera kullanımı o sahneleri öyle bir harcadı ki tatlarını çıkarmamıza bile olanak tanımadı. Başka herhangi bir dizi bu tekniği kullanabilir, işlerine de yarayabilir ama Muhteşem Yüzyıl gibi tarihi bir dönem dizisinin bir ağırlığı, bir ciddiyeti olmalı. O milyonluk projenin bütün görkemini, bütün ihtişamıyla vermeli. Hareketi ve akıcılığı sağlamak için dikkat dağıtmaktan, olayı basitleştirip ucuzlaştırmaktan başka bir işe yaramayan bu tekniğe bel bağlamak şöyle dursun, cüzzamlı görmüş gibi kaçmalı. Ortada bir aksiyon sahnesi ya da ikili diyaloglarda bir gerilim unsuru yoksa tabii.

Muhteşem Yüzyıl’ın kendisine örnek alarak yola çıktığı The Tudors’tan tutun Rome’a, Spartacus’ten tutun Vikings’e, hatta Game of Thrones’a kadar hiçbir tarihi dönem dizisinde iki karakter alelade konuşurlarken hiç durmadan bir yukarı bir aşağı inip çıkan, bir sağa bir sola kayan, sallanan, titreyen, bir türlü sahneyi adam gibi izlemeye fırsat vermeden fıldır fıldır oynayıp oyuncuların performansından da, sahnenin diyaloglarından da rol çalan bir kamera kullanımı gördünüz mü? Göremezsiniz. İlk Muhteşem Yüzyıl ve Kösem’in ilk sezonunda da görmediniz. Zaten Türk dizilerine musallat olmuş olan bu tekniği özellikle kullanmadığı, yukarıda isimlerini saydığım dünyaca ünlü dizilerin yolundan gittiği için bütün Türk dizilerini geride bırakıp uluslararası arenada en büyük ağırlığa sahip, en çok ciddiye alınan dizimiz oldu. 

Bunu görebilmek için dizinin bölümlerini yabancı dublajlı versiyonlarından bir kere seyretmeniz yeterli olacaktır. Diğer bütün Türk dizileri kaç tane ülkede yayınlanırlarsa yayınlansınlar üstlerine dublaj yapılsa bile yine de uluslararası pazara yeni yeni açılmaya başlamış olan bir ülkenin dizileri gibi görünürken Muhteşem Yüzyıl Türk dizisi mi Amerikan/Avrupa dizisi mi ayırt edemezsiniz. Öyle profesyonel ve şık durur yabancı ülkelerin televizyon ekranlarında da. Şimdilerde Netflix yayınlarındaki başarısı, direk Batı Avrupa ülkelerinden ve Amerika'dan seyircilerin gözlerine ilişmesi, "Game of Thrones'u sevenler, Magnificent Century'i de çok severler" şeklindeki tavsiye yorumları tesadüf değil.
 
Kösem’in bu haftaki bölümünden ise o kadar çok sahne çıkartabilirim ki bu tekniğe kurban gitmiş olan…Örneğin bölümün başında Şehzade Kasım, Şehzade Bayezid ve Şehzade İbrahim’in yenilenmiş haliyle müthiş güzel, tablo gibi olmuş Has Bahçe’de konuştukları sahne… Örneğin Prenses Faria’nın dadısıyla birlikte çarşıda kumaş bakarken Sinan Paşa’nın gelip kendisiyle konuştuğu sahne… Örneğin Sinan Paşa ve Ayşe Sultan’ın at arabasında Prenses Faria’yı izleyip konuştukları sahne… Murad ve Ayşe Sultan gemi saldırısı sonrası saraydaki odalarında konuşurken, ortada duygusal bir durum olmasına rağmen dizinin çekildiği platoda 6.0 büyüklüğünde deprem olmuş gibi titrek görünen sahne… Prenses Faria’nın Murad’ın emriyle İncili Köşk’te kalmaya devam edeceğini öğrenen Kösem’in odasının balkonunda esip gürledikten sonra içeri girip koltuğuna oturduğu sahne… Murad’ın Has Oda’nın dışında içeri girmeden bir süre durup dikildiği ama kameranın durduğu yerde durmaya onun kadar sabrının olamadığı sahne…

Ayrıca yine bu sezonda diziye hareket getirmesi için kullanılan aktüel kamera da amacına hizmet etmek dışında olumsuz durumlara sebep oluyor. Dikkat ederseniz aktüel kamera kullanılan hemen her sahnede ekranda yamulmuş, çirkin görüntüler oluşuyor. Bu sayfanın başına koyduğum sahne bunun en güzel örneği. Prenses Faria haremdeki eğlenceye geldiğinde masal diyarı olarak adlandırdığı sarayı hayran gözlerle seyrederken Kösem ve kızları yamuk duruyorlardı. Tıpkı ilk bölümde bir rahibin, yeğeninin öldürüldüğünü haber vermek için koşarak odasına girerken Papa’nın son derece şık tasarlanmış odasının yamuk göründüğü gibi… Tıpkı koridorlardaki bir çok çekimde koridorların yamuk göründüğü gibi… Bölümün sonunda Faria ve dadısı harem taşlığından geçip sarayı terkederken arka plandaki görüntünün dalgalanması gibi... Bu sezonda dizinin başına bela olmuş olan, çok sık aralıklarla ve hatta sahnelerin orta yerinde giren, hem çok çirkin görünen, hem de hiçbir anlamı olmayan kesik kesik slow motion çekimler gibi…

Her yerinden şıklık, asalet akan böyle bir yapımdaki bütün sahnelerdeki güzelliği ne yapabiliriz de olduğundan kötü ve sakil gösterebiliriz, ne yapabiliriz de seyircinin dikkatini dağıtabiliriz diye düşünülmüş gibiydi sanki her şey. Kameranın sabit durduğu, Muhteşem Yüzyıl tadı verdiği sahneler o kadar azdı ki…İzlemeye doyamadığım yegâne sahneler de onlardı. Gerisi sinir harbi. Sezon ilk üç bölümü çekilerek yayına çıktığı için en azından bir hafta daha bu uygulamanın devam ettiğini göreceğiz sanıyorum ancak sonrası için dizinin sadık bir seyircisi olarak, hazır dini referansları kendileri de bol bol kullanmaya başlamışken, naçizane şunu rica etmek isterim : Allah Muhammed aşkına yapmayın…Senaryosu nasıl olursa olsun Muhteşem Yüzyıl’ı teknik olarak ağırlığından ve dünya çapındaki asaletinden mahrum etmeyin. Şu iki-üç bölümü de bu şekilde unutalım gitsin.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER