Muhteşem Yüzyıl Kösem: Devr-i Murad
Altı aylık uzun bir bekleyişten sonra geçen hafta sıkı takipçilerini biraz sudan çıkmış balığa çevirerek, hikayede tekrar 10 yıllık uzun bir zaman atlaması yapmasına rağmen kim kimdir, ne nedir doğru düzgün anlatmadan tabir-i caizse olaya bodoslama şekilde ortasından dalıp riskli bir seçim yaparak 2. sezonuna başlayan Muhteşem Yüzyıl Kösem bu hafta sezonun ikinci bölümüyle ekranlara geldi.
 
Hikayenin ve karakterlerin açılıp yavaş yavaş zihinlerde oturuşmaya başladığı, ilk bölümden daha lezzetli ve keyifli olan bölümde sezonun derdinin adı da tam olarak konuldu ve 10 yıllık Saltanat Naibeliği son bulan Kösem Sultan ile oğlu 4. Murad arasındaki iktidar savaşı ufak ufak başlamış oldu. Sezonun ilk bölümünde yetişkin bir padişah olarak tahta halihazırda iki aydır sahip olduğunu, buna rağmen validesinin etkisi altındaki devlet erkanı ve asker cenahının kendisini pek de padişahtan saymadığını gördüğümüz 4. Murad’ın hükümranlığını aslen bu bölümde ilan etmesini izledik.
 
15 dakika süren uzunca açılış sekansında Murad’ın Yeniçeriler, Sipahiler ve Ulema’ya Kur’an-ı Kerim’e el bastırıp kendisine sadakat yemini ettirmesine tanık olduğumuz sahneler, aynı zamanda bir proje olarak Muhteşem Yüzyıl’ın altı yılda geçirdiği dönüşümü ve kendisine çizdiği yeni rotayı da açık seçik gözler önüne serdi. Topkapı Sarayı’nın haremindeki kadınları göğüs dekolteli kıyafetler içinde resmettiği ve padişahların özel hayatlarını göstermeye cüret ettiği için ortalığı ayağa kaldırarak ekran yolculuğuna başlayan seri, dini göndermeleri ve muhafazakar İslamcı söylemlerinin altını hiç çekinmeden ve birden fazla defa kalın kalın çizerek göze sokan sahnelerle artık tam anlamıyla “zararsız” bir Osmanlı dizisi olduğunu ilan etmiş oldu.
 
İlk diziden beri ekranlarda arz-ı endam eden padişahlar Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim, Sultan Ahmed, Deli Mustafa ve Genç Osman da tarihi figürler olarak padişah ünvanlarının yanı sıra İslam Halifesi oldukları halde dizinin şimdiye kadarki hiçbir bölümünde bu ünvanlar dillendirilmemişti. Diziye başından beri karşı olan muhafazakar kesimin şikayetlerinin en büyük dayanak noktalarından biriydi bu. Koskoca İslam halifelerinin devamlı olarak yatakta, haremde kadın peşinde koşar halde gösterilmesinden dolayı diziye sonu gelmeyecek bir antipati ve nefret geliştirdiler. Tabii köprünün altından çok sular aktı, zamanla dizinin bu yönleri törpülenerek daha çok siyasi entrikalara yoğunlaşılmaya başlandı. Buna rağmen Muhteşem Yüzyıl yine de duruşunu korumayı, artık iyiden iyiye uluslararası çapta talep gören bir iş olmasının da bilinciyle bazı şeyleri göze fazla sokmadan halletmeyi bildi. Ta ki Kösem’in geçen hafta başlayan 2. sezonuna kadar.
 
Geldiğimiz noktada dizi Osmanlı padişahlarının halifelik ünvanlarını ilk defa kullandı, peygamber ümmeti gibi ifadeler ilk kez dillendirildi, hatta kendisine Hz. İsa’nın öğretilerini izleyip Hıristiyan olmasını teklif etme densizliğinde bulunan bir rahip, İslam halifesi 4. Murad tarafından kale surlarından aşağı atılmak suretiyle öldürüldü. Yani anlayacağınız, diziye şimdiye kadar hep mesafeli durmuş, Kösem itibarıyla neredeyse hiç yüz vermemiş olan muhafazakar toplum kesiminden seyircilerin gönlünü çalabilmek için yapılması gereken ne varsa yapıldı. Sonuç istenildiği gibi oldu mu? Dizinin Total seyirci grubunda bu hafta da ancak 24. sırayı alabilmesine bakarsak hayır, olmadı.
 
Şimdi dizinin bu tür dini göndermeleri ve söylemleri kullanmasında ne gibi bir tuhaflık ve abeslik olduğu, neden bu yüzden eleştirildiği sorulabilir. Hemen söyleyeyim ki yanlış anlaşılmasın; hikayeleri anlatılan bir İslam imparatorluğu ve onun padişahları, sultanları olduğu için hiçbirinde bir tuhaflık ya da abeslik yok. Ancak yerli yerinde ve hikayeye hizmet edecek şekilde gerektiği kadar kullanıldıkları sürece. Şimdiye kadar hiç bu tür söylemlere girmemiş ve “ılımlı” olmayı gayet güzel başararak hem yurtiçinde hem de yurtdışında sayısız seyirciyi aynı evrensel hikaye anlatım kalıpları etrafında toplamayı becermiş bir yapımın şimdi şimdi bu tür söylemleri, hikayeye eşlik edecek gerçekçi detaylar şeklinde sunmak yerine, kör parmağım gözüne şeklinde altlarını kalın kalın çizerek, hikayeyi ve karakterleri sırf bu söylemler dillendirilebilsin diye özel olarak eğip bükerek sunması ortadaki durumu tarihi anlamda gerçekçi yapmaktan ziyade tam tersine siyasi anlamda gösterişçi yapmış oluyor. Dahası kazanmaya çalıştığı seyirci grubu için de diziyi en iyi ihtimalle takiye yapan bir konuma getiriyor.

Muhteşem Yüzyıl ne zaman bu kadar koyu dindar ve muhafazakar bir söylemle reyting toplamış ki bundan sonra toplasın? Hele de dizideki bütün kadın karakterler kıyafetleri, taçları ve takılarıyla Fransa’nın Versay Sarayı’ndan fırlayıp gelmiş Avrupalı kraliçeler gibi ortada fink atarken? Dizinin görsel estetiği ve duruşuyla üstüne giymeye çalıştığı bu yeni gömlek birbirine çok ters bir kere. Ne gerek var zorlamaya ve inandırıcılığı kaybetmeye? Seyircinin bu türden beklentilerine cevap verecek olan, görseli de bu tür bir söylemle örtüşen bir Osmanlı dizisi var zaten. Kimsenin Muhteşem Yüzyıl'dan böyle bir talebi olduğunu sanmıyorum. Her şeyiyle Türk televizyonculuk sektöründe bir ilk olmuş, sektöre ve ardından gelecek olan benzer dizilere orijinalliğiyle "yol gösteren" bir projeyi kraldan çok kralcı ve taklitçi konumuna düşürmek ne kadar üzücü...
 
İlk dizi bütün seyirci gruplarında dört sene boyunca reyting birincisi oldu çünkü hem son derece gösterişli ve alternatifi olmayan bir ilk işti, hem de evlerdeki televizyonun kumandasını elinde bulunduran kadın seyircilerin ekrana zamkla yapışmış gibi izlemesine sebep olan, köle olarak getirildiği sarayda tırnaklarıyla kazıya kazıya sultanlık mertebesine kadar çıkan fenomen bir kadın karakterin kendisini yoktan var etme hikayesini anlatıyordu. Kanuni Sultan Süleyman bugüne kadar izlediğimiz en kudretli, en görkemli padişah figürü olsa bile, o dahi Hürrem Sultan’a olan aşkından gözü defalarca kör olup sayısız hatalar yapan ve yaptığı hataların bedellerini çok acı bir şekilde ödeyen, kudreti yanında zayıflıkları da bol bol gösterilen “kusurlu” bir padişahtı. Buna rağmen dizi zirveden inmedi. Çünkü hemen her karakteri fenomen olacak şekilde başarılı ve gerçekçi yazılmıştı. Yani Kösem’in sıklıkla eksikliğini çektiği o sihirli formüle sahipti.

Yani Total seyircisi olsun AB seyircisi olsun Muhteşem Yüzyıl hiçbir zaman koyu muhafazakar söylemden ve vurduğunu deviren maço padişah figürlerinden dolayı sevilerek izlenmedi. Bu saatten sonra da ilk dizinin başarısının sebebi sanki bunlarmış gibi böyle gösterişçi, dizinin üstünde gayet sakil duran hamlelerden medet ummaya gerek yok. İkinci bölümün reytingleri bunu açık bir şekilde gösteriyor. Belli ki Total seyircisinin Muhteşem Yüzyıl’la işi çoktan bitmiş. Diziye zaten hiç yüz vermemiş olan Total seyirci kitlesi bu tür yöntemlerle kazanılamadığı gibi gelinen noktada dizinin asıl seyirci kitlesi olan AB grubundan da olundu.
 
Her şerde bir hayır vardır diyerek bu durumu iyiye yormak gerektiğini düşünüyorum. Diziyi daha fazla özünden ve duruşundan saptırmadan yolun başında asıl seyirci kitlesine hitap edecek eski haline getirip, bütün gruplarda reyting sıralamalarının en üstlerinde olmaya çalışma hevesiyle eğip bükmekten ziyade bilinen en iyi işi yaparak hikayesini olması gereken tatta anlatmaya devam etmek için bence bu bulunmaz bir gösterge ve fırsat. Hem böylece sezonun ana konusu yapılmış gibi görünen Osmanlı’daki her kötülüğün yegâne sebebi olan pis Hıristiyanlar ile masum Müslümanlar kolaycılığından ve sığlığından da kaçınılmış olunur. Muhteşem Yüzyıl birçok şey olabilir ama sığ bir dizi değildir. AB seyirci kitlesinin, böylesi bir hikayeyi pek inandırıcı bulmayacağını düşündüğüm gibi, şimdiye kadar diziyi yurtdışında evrensel anlatım dili yüzünden kendi ülkelerinin dizilerinden ayırmadan seve seve seyretmiş olan Hıristiyan seyircilerin de kendi dinlerini ve din adamlarını bu kadar ötekileştirici ve popülist bir söylemle göstermeyi seçen bir Muhteşem Yüzyıl’a pek de o kadar olumlu bakacağını sanmıyorum.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER