Hayatta karşımıza çıkan yansımalar olduğuna inanırım. Bazen bariz bir şekilde karşımıza çıkar tekrarlanan an'lar. Bazen de bir şarkıyla, bir kıyafetle mesela telafi eder geçmişteki eksik kalan bir an'ı, ya da bir şekilde kaçmak istediğimiz kötü an hatırlatır kendini belki bir sembolle. (Yazar burada, Leprachaun'dan bahsediyor evet, doğru tahmin!) Ömer'in de günün birinde dediği gibi, "Yaşarken farkında değiliz belki evet, ama içimize işleyen bütün o anlar, kişisel tarihimizin bir parçası oluyor.İşte bizi biz yapan, şimdi belki buruk bir tebessümle andığımız o hatıralar aslında. Geçmiş acıtarak, büyüterek geleceğe hazırlar bizi."
Şahane anların birinde Ömer ile Defne'si, dokundukları her yere mutluluk bulaştırıyorlarmış.
Defne'nin, kolay kolay bozulamayan ruju ve bir türlü dağıtılmayan saçları, dolu dolu yenemeyen elmalar, üflenemeyen rüzgar çanları var ortada, farkındayım. Yine de bu, şahane an'lardan birini, yine fonda Deniz Seki eşliğinde yaşadığımız gerçeğini değiştirmiyor. "Aşk" diyor Deniz Seki; "Aşk öyle bir büyü ki anlayamazsın" İşte, tüm kaçma kovalamacalar, açık açık konuşamamacalar, araya giren engeller, birbirlerini anlamakta zorluk çekmeceler uçar gider. Ve kızamayız ne Defne'ye ne de Ömer'e günün sonunda, bozulamayan rujlar, dağıtılamayan saçlar, yenemeyen elmalar, üflenemeyen rüzgar çanları yüzünden. Çünkü o kadar güzeller ki, ne konuştuklarını dahi bilmeden, seslerini bile duyamadan, yine bir klipte oynamalarına ses edemeyebilir yazar gelinen noktada.
Çünkü bu gözler, Defne'nin yine anlamadan dinlemeden basıp gitmesi üzerine, Ömer'in konuşmak istemesini ve onu dinlemeye gelen, her şeyi de oturup açık açık konuşan Defne ve Ömer'leri gördü sevgili okur. Bir araba dolusu mutluluk mu desem, ne desem pek bilememekle beraber, gözlerimden kalpler çıka çıka eşlik ettim Defne ve Ömer'e ben de aynı şekilde. "Bak esiyor rüzgar... Rüzgar dediğim de sensin." demişti Sezen Aksu, hem de birkaç kez. Sadri Usta'nın daha en başında uyardığı bir şeydi, rüzgar geliyordu. Ama o rüzgar gelse bile, etraftaki dış etkenlerden dolayı fırtınaya dönüşmüş, ılık ve tatlı ritmini bir türlü ayarlayamamıştı.
Şimdilerde öyle rahat ki içim, yeniden bir rüzgar çıktı ve Ömer ile Defne'sini, çok mutlu oldukları bir yere bıraktı, elbette ki rüzgar çanlarının sesiyle de dolup taşacaktır kalpleri. Çünkü, ne mutlu ki onların evreninde hayat çok uzun. Belki bizler yaşadığımız müddetçe, içimizde bir yerlerde onları da sonsuza kadar mutlu yaşatabileceğiz. Ve daha da önemlisi artık buna hazırlar üstelik. Çünkü zaman hiçbir şeydir sevgili okur, şahane bir an yaşayıncaya kadar!
Defne ve Ömer, gerçekten de oldular. İçimdeki his, bir annenin, evladını büyütürken, artık bir yetişkin olup, kendi evladını yetiştirebileceğini fark ettiği bir an yaşıyormuş gibi. Hem tuhaf bir hüzün var içimde, hem de fazlasıyla mutluyum aslında. Kimsenin manipulasyonuna gelmeyen, Ömer'in kırmızı çizgisini geçmeyen, verdiği karara sonsuz saygı duyan Defne'ler candır elbet. Pek tabii, Defne'nin belli sorumlulukları olduğunun farkında olan, işine saygı duyan, Pamir'e rest çekerken bile, "Sen de benimle rest çekeceksin!" diye onu peşinde sürüklemeyen Ömer'ler de candır aynı zamanda.
Markette aşk başkadır!
İşte onca zamanın sonunda, beraber alışverişe çıkan ve bir markette, lunaparkta eğlenebileceğinden daha çok eğlenen Defne'ler ve Ömer'leri izliyorum, ne yalan söyleyeyim gözlerim doluyor. O kadar uzun ve kasvetli ayrılıklardan, incir çekirdeğini doldurmayacak Fikret'lerden, komik ama nahoş Selim'lerden geçtiler ki, yaşadıkları her şahane an için bir şükür namazı kılabilecek noktadayız. Ve nasıl ki, onlar birbirini her engelde daha çok sevdiyse, her ayrılıkta birbirlerinin ruhlarını okudularsa, biz de bugün, bir öpücükle karşılınca çok daha mutluyuz. İyi ki de öyle sevgili dostlar!
Ey aşk! Sen nelere kadirmişsin ya?
Defne'nin her şeyin bittiğini düşündüğü her anda şahane bir şekilde hatırlattın varlığını. Koskoca buzlar prensi Ömer İplikçi'yi, affetmenin kudretiyle tanıştırdın. Annesinin verdiği nasihatlar doğrultusunda, Ömer'in iyilikten ve adaletten şaşmayan kişiliğinin belki de tek ama çok ciddi bir kusuru vardı. Affetmenin büyüklüğüne bir türlü nail olamıyor, o kısımda takılıyor, prensipleriyle çelişiyordu. Bir şekilde Defne'yi hep affedebilse bile, başkalarını affetmekte oldukça zorlanıyordu.
Ömer'in Roma'da yalnız geçirdiği bir yıl, hayatını sorgulayışı aslında ona gerçekten de çok iyi gelmişti. Bazen uzaktan bakınca, daha iyi görüyor insan. Affedilme sırasının, Koray'a, dedesine, amcasına ve elbette ki onu doğurmadığı oğlu yerine koyan Neriman'a da gelmesi gerekiyordu. Ömer'in insanları, varlığından mahrum bırakarak cezalandırma yöntemi elbette ki işe yaramayacak ve iyilikle karşılık vererek, büyüklüğünü göstermesi gerekecekti. İşte şimdi prens, kral olmuştu ve kudretinin karşısında hiç kimse duramazdı.
Yok yok, mutfakta aşk daha bi' başkadır sanki!
“Bir yıl önce bugün Roma’da yapayalnızdım. Tanıdığım herkese öfkeliydim. İçimdeki enkazda tek bir sevgi kırıntısı kalmamıştı. Şimdi buradayım. Affetmek, herkesi, her şeyi... Küskünlükleri geride bırakabilmek, öfkeyi söndürebilmek belki de en iyisi. Mutsuzluklara, kırgınlıklara konsantre olmak yerine içindeki mutluluğu bulmak. Ona tutunmak ve affetmek. Neyse ne, yaşıyorum, yaşıyoruz işte...”
Her koşulda, Defne'sinden taraf olan Ömer ve ne olursa olsun, Ömer'in en doğru kararı vereceğine inanarak, sadakatinden asla ödün vermeyen Defne, böyle çok güzel olmadılar mı? Lütfen daha yüksek sesle söyleyelim, hatta bağıralım, çağıralım, horon tepelim gerekirse keza ben yerimde duramıyorum. Yalancıktan yapılan bir kavganın sebebini bile anlamadan, sorgusuz sualsiz, sırf Defne'si dedi diye masaya vurmaya başlayan, bir yandan da "Ben bunu neden yapıyorum?" diye masum masum soran Ömer'leri, Defne'nin yüksek müsaadesiyle, yetmiş milyon adına yiyebilir miyim? Evet aklımdan Ömer'i yemek geçiyor! Defne de zaten Ömer'in içi, onu da yemiş sayılıyorum zaten. Oh çok da tatlılar vallahi sevgili okur, afiyet olsun bana. ^^
Ey aşk! Değiştirdin, iyileştirdin ve çok beklettin. Şimdi bir mucize olarak duruyorsun karşımızda. Evet! Defne ve Ömer mucizeler bence, çünkü kaç kez karşılaşabilir insan böylesi bir güzellikle?
Yazı devam ediyor...