Sofra gibi sofra be!
Leyla bu bölüm beni en çok şaşırtan, bir parça da hayal kırıklığına uğratan karakter oldu. Bir kere o eski zamanlardaki gibi büyük aşkların yaşanabileceğine inanmamasına şaşırdım açıkçası. Halbuki o benim gözümde tam bir aşk kadını. Aşkın her devirde yaşanabileceğini, meselenin zamanda değil yürekte olduğunu bildiğini düşünürdüm. Üstelik kendisi bu devirde, Kemal ve Nihan’ın birbirlerine nasıl büyük bir sevdayla bağlı olduklarının da en yakın şahidi. Bu yüzden Kemal'le yaptığı konuşma da beni hayal kırıklığına uğrattı doğrusu. Ondan başka herkes Kemal’i engellemeye çalışabilir, “Unut artık Nihan’ı!” diye öğüt verebilirdi. Leyla’nın Kemal için üzülüp endişelenmesini, kendisine yeni bir yol çizmesini istemesini de anlarım. Ama yaşananları, aşklarının gücünü en yakından bilen biri olarak onun kara sevdasına gösterdiği anlayışsızlığı ve hatta neredeyse onu bu yüzden yargılayışını Leyla’ya hiç yakıştıramadım.

Fakat ona Ayhan’la flört etmek yakıştı mesela. Daha birbirlerini tanıma evresinde olan ve henüz tam manasıyla dile dökülememiş bu ilişki, tam da o kurulan çilingir sofrası kıvamında; pek lezzetli, pek keyifli. Leyla zaten oturmasını kalkmasını bilen tam bir İstanbul hanımefendisi. Ayhan da ehlidil ve hoşsohbet bir adam. Mesela yediği dayağı öyle ballandıra ballandıra anlattı ki, benim bile canım çekti. Karanlık yanını göz ardı ettiğimde; esprili halleri, şiir okuması, Türk filmlerine düşkünlüğü ve gönül işlerinden anlar haliyle benim kalbimi fethediyor. Tabi Leyla’nınkini de. Yani tam fethedecekti ki Nihan çat kapı gelip tüm romantik ortamı bozdu. Ah be Nihan, sen en güzel anların katilisin! Şaka bir yana Kemal’in de katılmasıyla çok keyifli bir dörtlü oldular aslında. Kleopatra, Kolombo, Mektepli ve onun mührü… Mektepli’nin mührü olduğunu öğrenen Nihan’ın sevinci de görülmeye değerdi. Üstelik Kemal de daha sonra bu durumu bilmeden onayladı; “Benden hiç gitmedin, hep bende kaldın.” Tıpkı bir mühür gibi; silinmez, kazınmaz bir halde kaldı içinde. Boşuna dememiş Cem Karaca; kara sevda bu merhem ne çare?

Aşk, bu hikayedeki herkesin zayıf karnı ama inşallah Zehir’in olmaz. Zehir gerçekten her koşulda Kemal’in yanında olan ve Emir’in satın alamayacağı tek adam. Ancak Zehra’ya zaafı var ve Emir de bunun farkında. Onun bu zayıf yönüne oynamak, Kemal’in kalesini içten fethetmeye yönelik son derece mantıklı bir hamle. Ama gönlüm Zehir’in buna kanmamasından yana. Veya Zehra’nın içinde aşk kırıntıları kalmışsa, bir yerden sonra kalbinin onun engellemesini umuyorum.


Otursana babacım, daha karpuz kesecektik.

Emir demişken, bu hafta pek bir faaliyetini göremedik açıkçası. Kemal ortalığı öyle bir karıştırdı ki Emir de kendi derdine düştü, belki de ilk defa tam manasıyla Kemal’e karşı yeni bir hamle geliştiremedi. Bu sırada bazı minik çelmeleri oldu ama Kemal’in “yaşayan Müjgan Kozcuoğlu” hamlesini karşılayacak şeyler değildi, sadece bazı gediklerini kapatma çabalarıydı bunlar. Galip Kozcuoğlu, gerçekten de “Babana bile güvenme!” sözünün canlı örneği. Emir’e dediği gibi sırf soyadlarını korumak için Müjgan Hanım’ın uyanmaya başladığını sakladığına inanmıyorum. Bence daha çok kendini müebbet hapisten korumak için sakladı bunu. Oğlunu yetiştirmeyi bilmediği gibi, annesine duyduğu özlemi de hiçbir zaman anlayamamış besbelli. Kötü doğmamış olan Emir’i, sevgisizlik ve ilgisizlikle zorla kötü yapmış. Emir bütünüyle suçsuz demiyorum, Nihan ve Kemal’e yaşattıklarını göz ardı etmiyorum ancak ona doğruyu yanlışı gösterecek sıcak bir aile ortamında yetişememesi de onun suçu değil. Nihan’a bu kadar sahip olma isteği, bu saplantılı hali de, duygusal dünyasında tutunabileceği tek kişi olmasından kaynaklanıyor.

Bir an bu tutunduğu dalın yine elinde kaldığından şüphelenmiş olsa da Nihan gene tam son anda aldı virajı, Kemal’in tedbiri sayesinde Emir’e yakalanmaktan kurtuldular. Zaten Nihan’ın Kemal olmadan da Ozan’ın cinayetini çözebileceğini düşünmesi biraz fazlaydı doğrusu. Kendini Müge Anlı zannettiyse demek ki. Bazen güçlerini birbirlerine karşı kullanmayı deniyorlar aslında. Onca derdin arasında durup dururken kick boks yapmalarını biraz garip bulsam da, bağımsız olarak değerlendirdiğimde hem görsel olarak hem de içerik açısından etkileyici bir sahneydi. Ama onlar esas, güçlerini birleştirdikleri zaman başarıya ulaşabiliyorlar.Bu sayede Tarık’ın etrafındaki çember gittikçe daralıyor. Ama ben hâlâ onun, kız kardeşinin kocasını öldürmüş olabileceğini kabul etmek istemiyorum. İnşallah altından başka bir şey çıkar da Kemal yeni yeni yakınlaşmaya başladığı abisi yüzünden bir darbe daha yemez.

Bana inançla “Bitmedi, bitmez!” diyen bir Kemal olmadığına göre bu yorum da burada biter. Bakalım Kemal'in onca karanlık içinde ele geçirdiği umut ışığı kalbini ve yolunu nasıl aydınlatacak? Haftaya görüşme ümidiyle…

*Her şey bitmedi bitemez, Rana Alagöz
**Tahir’le Zühre meselesi, Nazım Hikmet
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER