Bize oradan iki çift kaşarlı tost daha!
İki arada, bir derede...
Bazen siz de, sanki yoğun akan bir trafikte ters yönde ilerlemeye çalışıyormuş gibi, hayatınızdaki her şeyin üstünüze üstünüze geldiğini hissetmiyor musunuz? Kornalar çalınıyor, el kol hareketleri yapılıyor, küfürler ediliyor, trafik polisi düdüğünü öttürüyor...  Yani tam bir keşmekeş hali ve siz o sırada kan ter içinde çıkış yolunu bulmaya çalışıyorsunuz. Bu hafta genel olarak benim ruh halim de, aynı bu bölümdeki Defne gibi bu şekildeydi, hatta haftanın sonuna doğru trafik iyice sıkıştı! Zaten genel olarak öyle şeyler yaşıyoruz ki gündemden etkilenmemek mümkün değil, o yüzden bazen Bihter gibi isyan edesim geliyor; “Boğuluyorum artık, dayanamıyorum. Ruhum sancıyor, nefes alamıyorum!” Bilhassa da bu hafta, belli bir süreliğine de olsa sadece kurgu bir öyküye kapılıp gitme lüksümü kaybettiğimi hissetmeme rağmen, bütün bir haftanın ruh sancıları biraz diner, nefes alacak güzel manzaralı bir pencere açılır düşüncesiyle geçtim Cuma akşamı ekranın başına. Karşımda da, vermek istediğini anladığım, ancak bölük pörçük bir kurguya kurban gittiği için derdini anlatamadığına inandığım bir bölüm buldum.

Hepiniz bir kere de olsa bir kafede veya okul kantininde kaşarlı tost yemek istemişsinizdir. Ama tostu ısırdığınızda içindeki kaşarın tadını alamazsınız. Çünkü zaten incecik kesilmiş olan kaşar dilimi, sıcağın da etkisiyle eriyip o koskocaman ekmeğin içine nüfuz etmiş ve kaybolmuştur. İşte bölümün aslında anlatmak istediği Defne, Ömer ve İso çatışması da, aynen o kantin tostundaki kaşar gibiydi bu hafta. Bölümden çıkarıp bağımsız olarak izlendiğinde, her yönüyle herkese hem hak verebildiğimiz hem de sonsuz kızabildiğimiz çok lezzetli bir denklemdi orası. Ama odağını net olarak belirleyememiş upuzun bölümün içine yer yer serpiştirilince, eriyip gitmişti neredeyse, tadını alamadık. Usta, sen bize oradan iki çift kaşarlı daha göndersene!


Çok açım oğlum, meyveyle filan doymam!

Onlar tam olarak bölümün odağına koymamış olabilir ama benim esas ilgi alanım tam da bölümlerdir “Geliyorum!” diye bağıran o çatışmaydı, o yüzden öncelikle her şeyden ve herkesten bağımsız olarak onu ele almak istiyorum. Mecbur değilim, kolaylıkla karman çorman bu geçiş bölümünün içinde kaybolmasına müsaade edebilirim. Ama Ömer’in ilk defa dillendirdiği, düğünden sonra içine düştüğü boşluğun, Defne’nin Ömer’e koşmak isteyip de İso yüzünden ayaklarının dolanmasının ve İso’nun dostluğun kapsamı üzerine düşündüren karşı çıkışlarının, kafası karışık bir bölüm yüzünden heba olmasını, arada kaynamasını gönlüm kabullenmiyor. Çünkü bu değeri hak ediyorlar.

Bu hafta, iki taraftan birden çekiştirilmesiyle, tüm arada kalmışlıklarıyla, kararsızlıklarıyla, herkesin üstüne üstüne gelişleriyle Defne’yi kendime o kadar yakın buldum ki. Onun da benim gibi nasıl daraldığını, ama isyan etmeye hali kalmadığından sesini bile çıkaramadığını, yalnızca balkondaki iskemleye çöküp nefes almaya çalıştığını gördükçe içim acıdı. İnsan parçalara bölünmek ister bazen; hayata yetişemediğinde veya kararsız kaldığında. Tam da öyle bir haldeydi Defne de. Şu hayatta farklı kulvarlarda en çok sevdiği iki adam karşı karşıya gelmişti. Ne olursa olsun karşı koyamadığı Ömer vardı kırmızı köşede. Ona karşı direnmekten vazgeçmiş ve sonunda aklındaki tüm acabalara rağmen, sırtında paraşütüyle de olsa kendini uçurumdan aşağı bırakmıştı.

Ama bir de baktı ki mavi köşedeki İso’nun bu atlayışa onayı yok. Şimdi bu kız nasıl ezip geçsin onu? İso’yla aralarındaki devasa dostluğun yanına son bir yıldır yaşadıklarıyla birlikte minnet de eklenmiş. Bir yılın yükünü ona da yüklemiş, her türlü acısını ona da yaşatmış. Şimdi Ömer’le yeniden birlikte olmaya başladığı için birden bire onun üstünü çizip “Oldu canım ya, görüşürüz inşallah!” diye yürüyüp gidemez ki. Verilen emeği yok saymak; vefasızlık olur, kadir kıymet bilmezlik olur, en hafif tabirle ayıp olur. Gönlü gitmek istiyor da ayakları dolanıyor işte. Defne’nin gözünde Ömer’in de İso’nun da değeri bir, ikisi de onun ayrı kulvarlardaki canı. Onları kaynaştırmak istemesi, orta yolda buluşup kendisini de yormayacak bir yolda yürütmelerini beklemesi çok doğal. Çünkü bu kız çok yorgun, kendisini çok seven iki adamın, karşı taraf onu üzer korkusuyla ettiği kavganın onu daha da çok üzdüğü ironisini yüzlerine haykıramayacak kadar yorgun hem de.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER