Gelelim Ömüşüme, bazen buzlar
kralı, bazen yumoş ayıcık olan adama. İlk defa seslendirdi; oyunu öğrendikten
sonra ne hale geldiğini, en yakınındakilerin; içi kabul ettiği kadının, öz
amcasının, yengesinin onu kandırmasından dolayı nasıl dağıldığını. Gitmeyip
mecburen hayat tarafından sürüldüğünü duymak bile nasıl ağır geliyor insana.
“Sağır siyah bir
yorgun yol,
vur kendini sürgün ol
aşk yolunda ölmek kolay
Senden bana zor bir miras
bol çetrefil bol viraj
Ölsem âlâ, dayanmak zor.
Nerelere gideyim...”*
Yaşadıkları kolay hazmedilir
şeyler değil. Kafasında bin bir soru ve hayatındaki herkese karşı kağıttan
kuleler gibi yıkılan güveniyle birlikte, nereye gideceğini şaşırdı, yorgun bir
yola sürgün etti kendini. Dünyada bir tane bile düzgün adamın kalmadığını bile
düşünecek kadar dibi gördü. Defne’nin itirafıyla önüne açılan yolda durumu
hazmedebilmek için onca virajdan geçti. Ben bu acılarını asla yok saymıyorum, ancak
tüm bunları bilmeyen İso’ya da biraz daha sakince yaklaşması gerekiyor bence.
Aldığı tüm yola rağmen hâlâ bir
parça kestirip atma huyunun olması beni üzüyor. Bir an geliyor, öfkesinden
dolayı hemen iletişimi kesiyor. Üstelik de bunu Sinyor İplikçi’ye hiç uymayan,
bıçkın mahalle delikanlısı tavrında yapıyor. Oysa benim bildiğim Ömer’in,
mahalleyle kaynaşmış olsa da, üstündeki sinyor havası her daim hissedilirdi.
Öte yandan, orta yolu bulmak için biraz daha emek verilmesi ve feragat edilmesi
gerektiğini duyunca yumuşayıveriyor ya, o yüzden ilk öfkeyle ağzından çıkanlara,
yakında geri kazanacağını umduğum sinyor edasının kayboluşuna pek kızamıyorum.
Her şeye değer, su gibi Defne’si uğruna, onunla yeniden yakın olabilmek için
uzlaşımcı olmak iyidir.
Olmamız gereken yerdeyiz ^^
Bir yıl aradan sonra Ömer’in ilk
sarılma teşebbüsünde onun kollarında çırpınıp kendini bir türlü bırakamayan bir
Defne vardı. Tıpkı zorla yakalanmış ve kafese konulmak istenen bir kuş gibi
karşı koymaya çalışıyordu. Oysa şimdi o kollarda huzur buluyor yine, sonsuz
çalkalanışları, kafasının içindeki bin bir soru işareti biraz olsun diniyor.
Çünkü o kollar aslında kafesi değil yuvası. Değmez mi bu yaralı kuşu yuvasına
kavuşturmak için geri adım atmaya?
Bu dizi bize hiçbir zaman konuşmayı vaat etmedi, bunu
kabul edelim çünkü durum en başından beri böyle. Daha ilk bölümde Ömer’in
evinde karşılaştıkları anda ikisinin de hatırladığı Manu’daki ilk karşılaşmadan
hiç söz açılmaz mesela. Bölüm sonunda Ömer, kırmızı kapıya yasladığı Defne’ye
delici bakışlar atar ve her şey konuşulmuştur artık, bir daha bahsi geçmez.
Yasemin’le takışan Defne dayanamaz ve gelip Ömer’in tüm tabaklarını
bardaklarını kırar. Ardından geçer Ömer’in yatağında huzurla uyur. Sabah
kalktığında bir gün öncesine dair zerre konuşmazlar. Ama ne olduğunu onlar da
biz de biliriz. Herkesin oyunu kullanarak üstüne gelmesinden bunalan Defne,
Sinan’ın yazlığına kaçar ve orayı dağıtır. Üstüne gelen Ömer’le tek kelime
etmezler, tenlerin konuşmasını kâfi görürler. Ömer, o kadar kırdığı Defne’nin
ardından motosikletine atladığı gibi Manisa’ya gider ve yalnızca tatlı bir
şarkının içinde yaşamayı ister. Defne başka hiçbir özre veya açıklamaya ihtiyaç
duymadan bu talebi kabul eder. Her seferinde gerçekleşen rüyalarından
birbirlerine hiç bahsetmezler. Özetle onların tarzı bu, yalnızca belli başlı duygusu
yüksek anlarda patlamalar yaşarlar, sonra bazen takılırlar, bazen de öyle kolay
üstünden atlarlar ki biz olayı büyüttüğümüzle kalırız.