Bir yandan İso’yu anlıyorum. Defne
bir kere bıraktı kendini aşka. İso eskiden uçurumdan atlaması için Defne’yi hep
yüreklendirmiş, hatta yeri geldiğinde arkasından itmişti bile. Ancak sonucunda
Defne büyük yara aldı. Bu yaralarının acısını da bir yıl boyunca İso’ya
yüklemiş. Dolayısıyla İso, sütten yanan ağzı yüzünden yoğurdu üfleyerek yemeyi
öğrendi bu bir yılda. Şimdi Defne içindeki aşka karşı koyamayıp yeniden
uçurumdan atlarken, İso uçurumun kıyısında, arkadaşı için duyduğu endişeler ve
onunla beraber çektiği bir yıllık acıyla birlikte kalakaldı.
İdeal olanla durumun koşularını
yaşamak arasında fark var. Bir karakter kafadan sürekli ideal olanı yaparsa
gerçekçiliği kalır mı? Duygusuz yapay bir şeye dönüşür ve o zaman da aramızda
bağ kalmaz. İdeal olan İso’nun hem Defne’nin acısını hissetmesine rağmen onu seçimlerinde
özgür bırakması hem de Ömer’in düğünden sonra yaşadığı yıkıntıyı anlayabilmesiydi.
Ancak hayat ideallerle yürümüyor. İdeali buyken gerçekçi olan; gözlerinin
önünde eriyip biten can dostu Defne’nin acısını yüreğinde hissedip, can havli
ve koruma içgüdüsüyle onu savunmasıdır. Sıcak bir tencereyi eldivensiz tutup da
elimizi yaktığımızda sakin kalamamak gibi bir şey bu. Can acısıyla içgüdüsel
olarak elimizi hemen çekeriz, suya tutarız, buz koyarız, merhem süreriz. Hemen
en başta “Bende de hata var canım, sıcak tencere öyle tutulur mu?” diyerek
sakince karşılayamayız ki durumu.
İso’nun Ömer’e kızması kendi
durduğu noktadan bakınca doğru, ki ondan başka kimsenin de zaten böyle bir
tepki vermeye hakkı yok. (Zamanı geldiğinde Serdar filan ötede dursun!) Artık Defne’nin
aşağıdan atladığı uçurumun kıyısında kalıp da arkadaşının düşüşünü en net
görebileceği yerden yeniden seyretmek istemiyor. Ama Defne de atlamak istiyor.
Seni nasıl ikna edebiliriz İso? Ömer, Defne’yi öperek onun nefesini kesmişti,
bu affedilmesi açısından önemli bir adımdı. Sizin, dükkanda ettiğiniz iki kavga
da son derece bromance kokuyordu lakin seni de öpecek hali yok ya! Biraz alttan
almak diye bir şey duydun mu sen hiç? Eskiden her şeyi daha çabuk kestirip
atan, iletişim kurmak için çok da çabalamayan Ömer, her şeye rağmen “Defne için
değer.” deyip, sana bir adım atarken senin uğruna kavga ettiğin Defne’ye bile kapılarını -hem mecazi
hem de gerçek anlamda- kapatman biraz fazla olmuyor mu? Bu kızcağızı bu kestirip
atmaların yıprattığını görmüyor musun?
"Hiç beklentimiz kalmamış, dosttan bile."
İso’nun tepki vermesi gerçekçi
diye, tepkisinin dozunun gereğinden fazla olduğunu da göz ardı edemem. Bunun
altını bir yerden sonra kısmalı mutlaka. En kısa zamanda empati yeteneği devreye
girecektir diye umuyorum. Hikayede, “Kırgın Çiçekler” dizisinden filan
transfer edilmiş gibi eğreti duran Ayşegül ve şiddet dolu gereksiz evliliğinin,
bu konuda hiç değilse bize bir fayda sağlamasını diliyorum. (Şimdilik can
sıkmaktan başka bir işe yaramıyorlar çünkü.) İso da, hiç aşık olmaması gereken
bir kişiye aşık oldu aslında. Bu durum ona acı veriyor ancak duygularına engel
de olamıyor. Defne’nin de tüm çektiği acılara rağmen içinden taşıp gelen aşka
engel olamadığını tam da bu sayede anlayacak diye düşünüyorum.
Tabi bir de Defne’nin bu arada kalmışlıkla, beraber
acı içinde geçirdikleri bir yıldaki gibi yıprandığını, renginin solduğunu
anladığında vize verecektir. Gönül rahatlığıyla “Ömer tamamdır ya!” demese de,
“Sonuçta hayat senin hayatın, tercihlerin de en nihayetinde en çok seni bağlar;
üzer veya sevindirir…” diyerek Defne’yi özgür bırakacaktır. Ama mutluluğunu
veya üzüntüsünü paylaşmak istediğinde hep yanında olduğunu da belirterek. Çünkü
gerçek dostluk bunu gerektirir, bir başkasının üzmesinden korktuğu dostunu
bizzat üzme pahasına kraldan çok kralcı davranmayı değil. Sonuçta bu onların
yolu, birbirlerinin hayatını mahvettikleri gibi, sonsuz mutluluklar yaşatmayı
da bilirler.