Çocukluğumuzdan beri sevdiğimiz işlerden biridir. Yapıp
bozmak. Öyledir elbette. Mesela kumdan kaleyi yapan abimizin kalesini bozmak.
Yemek yapan annemizin düzenini bozmak. Saçını özene bezene yapan arkadaşımızın
saçını bozmak. Daha ucu bucağı olmayan yap boz parçalarıyla dolu etrafımız.
İşte bunlardan bir tanesi de yalandan yer değişimi yaparak, bozuntuya vermemeye
çalışmak. Bir türlü birleşmiyor parçalar, elimizde eksiklerle dolu yürüyoruz
bir yolda. Aslında parçalar tamam da iş herkesi bir araya getirebilmekte,
organize edebilmekte.
Geçtiğimiz hafta kimlik olayına çok takılmıştım. Yeni bölümü
beklerken gelen ikinci fragman yüreğime su serpmişti. Daha eğlenceli, daha
dinamik, daha hareketliydi. Gerçek Deniz’in ortaya çıkmayacağını tahmin ediyordum;
fakat gidişatın zorlu yoldaki viraj olacağını düşünüyordum. Tahminimde
yanılmamış olmama sevindim. Yalnız aklımda yine sorular var, kızgınlıktan ötürü
çatık kaşlarım, sinirden sıkılmış dişlerim var. Yine da daha mutlu, ekstra keyifliyim.
"Ohhh misss gibi Deniz kokuyor." By Yiğit
Bölüm enfes açılardan çekilmeyle başladı. Minik Yiğit’in
duygusu içime öyle işledi ki ekrana elimi uzatıp yardım etmek istedim. Yıllar
önce benzer travmayı yaşayan Yiğit, bu sefer olayın başrolüydü. Babasına
kızarken aynı sonuç ile kendisinin karşılaşacağından dolayı içi korku doluydu.
Gözlerindeki tedirginliğin yansıması mükemmeldi. Hastaneye taşıması, ölmesin
diye ettiği dualar, yardıma çağırmak
için arayacağı tek kişi olması. Telaşın içindeki yalnızlık. İçimi acıttı, çok
acıttı. Bir taraftan da üzdü. Kimsesiz oluşu, çaresizliği. Neyse ki Tuna Ertürk
Yiğit Balcı’nın da imdadına yetişti ve halini hatırını sordu.
Zuzu beraberliğine mi devam kötülüğe mi?
Veeee yine geldi merkez üssü İrem noktası…
Popüler olan İrem, daha iyi çalışma şartlarına sahip olan
İrem, yalandan arkadaşının yerine geçip onu ezip geçen İrem, intihar etmiş süsü
verip oyunu bozan İrem ve kazadan sonra
durumuna acınan yine İrem. Bu işte bir yanlışlık yok mu? Olsa iyi olmaz mı?
İrem’in hafıza kaybı ve şen şakrak halleri çok iyiydi. Çünkü gençlik kokuyordu,
iyi niyet aşılıyordu. Yalnız durmadan İrem ve dünyasının gösterilmesi sinirimi
bozdu. Mesela İrem’i Yiğit’ten gizli kaçırmaya çalışacaklar. Çok güzel. Tuna’nın
taksi bulmaya çalışıp bulamaması ve ışıkla kamera uyumu enfes. Yalnız neden biz
İrem’in olayını daha detaylı göremiyoruz? Neden Tuna’nın Gölge olduğu gerçeğini
doya doya yaşayamıyoruz? Apar topar adeta yangından mal kaçırıyormuş gibi iki
dakikada oldu bitti durumuna getiriyoruz? Dizi süreleri zaten uzun, işte bu
sahneleri yedire yedire oynasalar ya. Çünkü ekrana yakışan birbirinden daha
yetenekli dörtlü oyuncu var. Bunları değerlendirememek neden? Tuna’nın
kaçışlarını daha çok görmek istedim. Hayranları tarafından saldırıya maruz
kalsın, kızlar kurtarmaya çalışsın. Yiğit arabadan gelsin. Görsün, konuşmaya
çalışsın.
Elif teyze süper, Elif teyze mükemmel, Elif teyze aslan dedim. Onu da oyuna alet ettiniz. Kızına
neler yapacağını söyledi, anne yüreği dayanamaz demeyin, dayanır. Kızının kaza
geçirdiğini sanan bir anne için hastanede gerçekleri Yiğit’e söylememesi bile
çok büyük olay. Komedi izliyoruz, komedi. Romantik kısmını zaten göremediğim
için komedi sonrası üzülmeyelim bari. Evet, Elif teyze diyordum. Mektup
yazmasını çok sevdim, çünkü hatırlanması gerekeni hatırlattı. Mektup yazmak
iyidir, güzeldir. Sevdiklerinizin kokunuzu da hissedebildikleri hatıraları
almaları için yardımcı olun. Yalnız teknoloji çağındayız teyzem. Okuman yazman
da var. Bir telefon açsan da haber versen olmaz mı? Çünkü postacı sahnesi
olmamış, olmamış teyzem.
Postacı olayının detayını girmek moralimi bozmasın da
buradan Yiğit Balcı ev olayını giriş
yapayım. Son bölümlerde evin iç dizaynı değişik geliyordu. Kapı da değişmiş.
Bunu daha önceden gördük mü? Ben Yiğit’in ev değiştirme işine giriştiğini
görmedim çünkü? Gören varsa yoruma yazsın, teşekkürler.
Yazı devam ediyor...