Kendini esirgeyerek cezalar koyan Sayın İplikçi <3
Bazen o kadar çaresiz kalırız o kadar köşeye sıkışırız ki; ne yapacağımızı ya da neyi yapmamız gerektiğini bilemeyiz. Gerçek isteklerimizin, nefesimizi keseceğini bile bile kendimizi o boşluğa bırakırız. Aslında nefessiz kalma hissi nasıl ürkütücü, nasıl rahatsız edicidir öyle değil mi? Derin bir karanlık içinde çırpınmakla eş değerdir, ürkütür. Nefesimizi kesmesinden hem ürktüğümüz hem de izin verdiğimiz yegâne duygu ise, aşktır. Nefesimizin kesildiği o şahane an, bize yaşadığımızı hissettir. Defne’nin Ömer’in yanında nefessiz kalması, bu durumdan hem korkması hem de karşı konulamaz bir arzu ile istemesi o kadar naif, o kadar insani ki...

Ne kadar mı insani mesela? Tıpkı bizim ilk izlediğimiz an, “Sen artık ne istiyorsun Defne?” tepkimiz kadar insani... Kurallar isteyen Defne, konulan kurallara itaat etmeyen Defne, kendi kural koymayı istemeyen Defne..  Hepsi o kadar gerçek, o kadar kırılgan ki, izlerken keşke birinin cebinde mendil olsa da hiç zarar görmese diyorum..


Bölüm sonu biz <3

Hepimizin içinde biraz Defne, biraz da Ömer var. Hatta arttırıyorum eser miktarda Pamir bile var. Gün gelir Defne oluruveririz. Tıpkı Defne gibi, “Keşke biri gelse de bizi yönlendirse, yolumuzu gösterse.” diye bekleriz. Ancak birileri bize yol göstermeye kalkışsa; gösterilen yolu beğenmeyip, itaat etmeyi de kendimize yediremeyiz. O nedenle Defne’yi de teslim olmayışlarını da çok iyi anlıyorum, hak veriyorum. Defne, bir sonbahar gününde, ağaçtan ayrılmak üzere olan turuncu bir yaprak oluyor bazen. O kadar savunmasız, o kadar yorgun ki bir yandan rüzgâr onu alsın savursun istiyor, bir yandan da kökleri sağlam ağacından ayrılmak istemiyor.

Bazen de sevdiğine bir an önce kavuşmak isteyen Ömer sabırsızlığında oluyoruz. Kaybedilen bütün zamanları, şahane anlarla telafi etmek isteyen Ömer..  58. bölümü geride bıraktığımız bu haftaya kadar Ömer’i neden bu kadar çok sevdiğimi, nasıl bu kadar içselleştirdiğimi düşündüm. Ve nihayet(!) bu hafta kendime sağlam bir neden buldum: “Ne istediğini bilmek..” Hem de ne istediğini çok iyi bilmek ve bu yolda emin adımlarla, kendi doğrularla yürümek. Ömer çok sert, çok keskin ve hatta yıkıp döken bir fırtına gibi. Ancak ne istediğini o kadar iyi biliyor ki, bütün bu keskinliği  gözüme batmıyor. Kontrolün elinde olduğunu bildiği için nefesinin kesilmesi onu korkutmuyor bile. Yaşamın tam da bu olduğunun, bir tane ömrünün olduğunun farkında. Kendini rüzgara bırakmaktan, uçmaktan, heyecanlanmaktan korkmuyor.

Ömercim İplikçi, “Senin hayatında bir şey oldu mu ilk ben öğreneceğim. Feryal değil, bir başkası değil, ben!” diyen Defneleri seviniz, destekleyiniz ve mümkünse zaman zaman kendinizden de esirgeyiniz ki; yeri geldiğinde oyunun kurallarını o belirlesin. Bazen de alttan alınız, sabırlı olunuz ve böyle sonsuz seviniz. Sev ki, zamanı önemsiz bir ayrıntı olmaya mahkum eden, şahane anların gelsin…

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER