Biraz üstüne gitsem çözülür mü acaba?
Aynı öpücüğün Ömer’de yarattığı etkiyi ise sevmediklerim köşesinde bir yere iliştirebilirim. Adam hemen havaya girdi yahu. Öpmesine rağmen tokadı yemeyince tabii… O öpücükle, geçen zamanı hiç eden “şahane anı” yakaladığını, uyuyan prensesi uyandıran prens olduğunu sanıyor. Ama o işler artık o kadar kolay değil maalesef. İnsan ikinci bir şans istiyorsa ilkini kaybetmiş demektir ve o zaman da o ikinci şansın kendisine neden verilmesi gerektiğine dair karşı tarafı ikna etmek için çabalaması gerekir. Ömer şu anda nasıl ki ayakkabı olan “ikinci şans” için uğraşıyorsa, Defne’den istediği ikinci şans için de uğraşacak, emek sarf edecek ve başkaları olaya el atmadan çok önce Defne’nin kalbine çizdikleri sayesinde bu mücadeleyi kazanacak. Ama bunun için hâlâ yanlış yolu uyguluyor.

Kapatılmasını istediği Pamir konusu zaten hiç açılmadı o yüzden o ültimatoma takılmıyorum ama Ömer’in Defne’nin iş hayatı konusundaki teklifsiz talimatlarını hiç sevmiyorum. Zamanında Cherie’yi bırakıp Passionis’e geçmesi için de aynı şeyi yapmıştı. Ve ben o zaman da Defne’nin kariyerinin Ömer’in güdümünde olmasını istemiyordum. Araları iyiyken ayın elamanı olmasını, ama Ömer’le her ayrılık yaşadığında oradan çekip gitmek zorunda kalmasını sevmiyordum. Defne o zaman Ömer aşkına rağmen vefa duygusuyla hemen geçememişti Passionis’e. Hele de şimdi araları tam düzelmemişken, kız neden zar zor kendini toparlayıp da kurduğu düzeni yeniden yıksın ki? Neden Süleyman Demirel gibi altı kere gittiği Passionis’e yedinci defa geri gelsin?

Tokluğunu açlığını koydu”*

Amuse bouche, yani damak hoşluğu pek bana göre değil, ben daha çok bol kepçe akımını benimsiyorum. Özellikle de masaya en çok sevdiğim kategorisinden, en nadide porselen tabaklarda koyduğum Defne ve Ömer konusunda. Gönlüm, daha fazla olsunlar da tıka basa doyayım istiyor. Bu kadar az oldukları zamanlarda “olduğu kadarı” yetmiyor bana, sofradan yarı aç yarı tok kalkıyorum, onu bir masaya koyalım. Ama ikisini de “oldukları gibi” çok seviyorum. Yeri geldiğinde hata da yapıyorlar, yanlış da yapıyorlar ama nasıl ki onlar birbirlerinden vazgeçemiyorsa, ben de onlardan vazgeçemiyorum. Onları ayrıştırıp tek bir tarafın elini bırakırsam, diğeriyle de el ele yürümem mümkün değil. Çünkü her zorlukta onlar da hep birbirlerinin elinden tutuyorlar. Mesela Defne kimsenin yapamadığını yapıyor, Ömer onun öylece durmasından, varlığından bile güç alıyor. Ama ben bir Ömer değilim, “öylece” durması bana kâfi gelmiyor. Herkese gururla ve inançla Ömer’in tarafında olduğunu söyleyen Defne bunun üstüne de koymak istiyor. Kendinden geçercesine aşure yerken sevdiği adama da bir kase götürmeyi düşünmesi, gece yatağına yattığında işi ilahi güçlere havale edip Ömer’in daha fazla üzülmemesi için dua etmesi; Defne’nin pazı sarmasıyla başlayan, aşkını ve şefkatini cömertçe sunuşunun bir devamıydı. O, yeri geldiğinde tutkulu, yeri geldiğinde son derece anaç bir aşık.


"Benim bütün dualarım seninle, sen bir ömür mesut olasın diye."

Bir yandan da Defne hâlâ bebek gibi, kendini korumayı hiç bilmiyor ve benim de aman bir yere çarpıp düşmesin diye peşinden koşasım geliyor. Çünkü Defne hep aynı kız çocuğu. Kendini pek önemsemez, kendisine karşı olan şeylere dair neredeyse hiç tepki vermez. Ancak sevdikleri söz konusu olduğunda kendi halindeki kedicik, vahşi bir kaplana dönüşür. Mesela onu bu oyunun içine sokan ve asla özgür bırakmayan Neriman Hanım’a hiç karşı gelmedi, yalnızca Ömer’in dede mevzusundan sonra gidişi üzerine isyan etti. Serdar’ın sorumsuzlukları yüzünden kendi başına gelenlerden dolayı bir kere bile onu suçlamadı. Fakat daha evlenmeden önceki zamanlarında Nihan’ı üzdüğünü öğrenince üstüne zıplamış, onu bir güzel paralamıştı. Yasemin başlarda ona o kadar eziyet etti, işini zorlaştırdı. Ama o, annesi ve babası hakkında konuşup yarasını kanatınca saldırıya geçti. Aynı şeyi Ömer konusunda da her zaman yaptı. Kimseye hiçbir zaman Ömer konusunda tek kötü söz söyletmedi.

Şimdi de aynı amaca odaklanıp ötesini berisini düşünmeden Pamir’in iddiasının içinde buldu kendini. Londra teklifini garip karşıladı (Ki garipti de.) normal şartlarda Pamir’i saygılı bir patron ve birlikte eğlendiği arkadaş olarak görmesine rağmen kabul edebileceği bir durum değildi. Ancak bizim beklediğimizin aksine zihninde “Bu adam bana mı yazıyor?” sorusu uyanmadı çünkü kendi hisleri açısından konu o kadar kilit ki Pamir’in olan veya olmayan hislerine dair aklında herhangi bir sorgulama alanı dahi ayırmadı. Pamir kim ki onun hisleri ve hamleleri üzerine düşünüp kafa yorsun?

İnsan Defne’nin Pamir’e karşı biraz daha mesafeli olmasını istiyor, yeri geldiğinde saygı çerçevesi içinde sınırını çizmesini bekliyor. İlk izlediğimde “Ya adam Eminönü’ne balık ekmek yemeye gitmeyi teklif etmiyor, Londra diyor! Normal mi bu Defne?” diye hayıflansam da sonrasında Defne’nin konumundan bakınca bir şeyi atladığımı fark ettim. Pamir’in perde arkasında kurguladığı küçük çaplı oyunları biz görüyoruz dolayısıyla niyetini de okuyabiliyoruz. Fakat Pamir sahneye çıktığı anlarda Defne’ye daha normal durumlar sunuyor. Dolayısıyla bizim kızdığımız ve Defne’nin de kızmasını beklediğimiz davranışların ardını Defne bilmiyor. Defne işte; sonsuz bir iyi niyeti, erkekleri daima kanka gören bir duruşu var, özü bu.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER