Masa da masaymış ha*
Her şeye rağmen...
Bilgisayarlarımızda hep elimizin altında, gözümüzün önünde bulunmasını istediğimiz şeyleri masaüstünde tutuyoruz, daha çabuk ulaşabilmek için. Hayatımızın çoğu o masaüstündekilerle haşır neşir geçiyor. Yani masanın üstü önemli bir mevzu. Daha bilgisayarlar icat edilmemişken Edip Cansever de başlıktaki şiiriyle, hayat sofrasını kurarcasına yaşama sevincini, umutlarını, alışkanlıklarını, fikirlerini, isteklerini masanın üstüne koyup irdeleyen adamı anlatmıştı. Zira güzel Türkçemizde masaya yatırmak diye bir deyim var ve ben bu hafta Kiralık Aşk’a dair tüm hislerimi Ömer’in ikinci şans ayakkabısını çizip de unuttuğu masaya yatırıyorum, enine boyuna konuşalım.

Adam masaya aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu”*

Her zaman önce ve genellikle sadece sevdiklerimden bahseden ben, bu sefer aklımda olup bitenleri toparlayabilmek adına, önce kötülerden bahset ki peşinden gelen iyiler kötülerin tortusunu silsin felsefesinden de hareketle masaya başta sevmediklerimi koyacağım. Her şeyden önce Koriş ve Neriman ittifakını artık sevmiyorum, beni çok boğuyorlar. Bence artık onlar miadını tamamlayan bir ikili, ne alışveriş maceraları ne yemek sohbetleri ilgimi çekiyor. Zaten Neriman’ın ne yapmaya çalıştığını anlayan beri gelsin. Ömer’in haline çok üzülüyor ve onunla barışmak için fırsat kolluyor. Öte yandan onun sevdiği kadına başka bir aşk ayarlamak için de yüzsüzce çabalıyor. Koriş de onun yanında durdukça sevimliliğini kaybediyor. Mesela geçen hafta düzenlenen şirket partisinde Defne’yi “Evde kaldın kız, bu gidişle koca bulamayacaksın.” diye aşağıladığında Defne “Bir tane bulmuştum ama onu da sizin yüzünüzden kaybettim.” dese ne yapacaklardı? Hiçbir pişmanlık belirtisi, suçunu bilip kabullenme hali veya telafi çabası yokken bir de üstüne gülemiyorum kendilerine. Kartları sen dağıtma Neriman aman, sen dağıtınca işler iyice karışıyor. Krupiyelik yapmayı kadere bırak artık! Ama Koriş’in bende kredisi hâlâ var. Yeni karakterler olan Seda ve Aytekin’le iletişimi daha taze ve farklı olduğu için izlemesi keyif veriyor.


"Böl ve yönet!" sinsiliğini benden iyi kim bilebilir? Neticede Sir Marden'im ben, İngiliz ayak oyunlarından anlarım.

Sevilenler kategorisinden hızla düşen Pamir, bu hafta sevilmeyenlerde başköşede. Pamir’in hikayedeki tetikleyici rolünün farkındayım ama yöntemlerini sevmiyorum. Geçen hafta Ömer’in emeğinin üstüne yatması zaten beni çok rahatsız etmişti zira bu alenen emek hırsızlığıydı. Bu haftaysa Ömer’i Vani’ye, tabiri caizse, ispiyonlaması tamamen bel altı bir hamleydi. İşin tuhaf tarafıysa adamın kötülük yapıp veya birilerini kandırıp, bunu tamamen de saklamaması. Olayın öznesine iletmese bile, duyulma ihtimalinden çekinmeden başkalarıyla paylaşabiliyor. Geçen hafta kitap mevzusunu Ömer’e, bu hafta da Vani’ye haber uçurduğunu Seda’ya açıkça söyledi. Ömer gidip Defne’ye “Sana o kitabı ben aldım.” dese veya Seda bu iletişimden Sinan’a bahsetse ne olacak? Aslında o da biliyor söylemeyeceklerini. Ömer’i eskiden beri tanıyor, yaptığı hoşluğun reklamını yapacak bir adam olmadığını biliyor. Seda’nın da büyüyüp kendi şirketini yerinden etme ihtimali olan Passionis’e karşı en azından duyarsız kalacağının farkında. Aslında adam etrafındaki herkesi çözmüş ve bu sayede onları parmağında oynatıyor.

Evinde okuduğu kitap, uygulayacağı taktik konusunda ipucu veriyor bize. İtalya’nın birliğini savunan Machiavelli, “Prens” adlı kitabında, bu düzenin sağlanması için devletin, duyguların bir tarafa bırakılarak yönetilmesi gerektiğini savunur. Bu amaç uğruna kullanılacak aracın ahlaki olup olmadığı da önemli değildir. (Teşekkürler Google Amca!) Pamir geçen hafta aşkta ve savaşta her şeyin mübah olduğunu söyleyerek bu görüşün sinyalini vermişti aslında. Dolayısıyla şaşırmamak lazım. Halbuki insanların hayatta çıktıkları yolda onlara ışık tutacak ve yeri geldiğinde yanlıştan koruyacak belli prensipleri olur illa ki. Sırf kendi menfaatimiz için birilerinin veya bir şeylerin üstüne basıp geçemeyiz. “Her yol mübah demek.” son derece ilkesiz bir tavır aslında. Böyle bir insanın hangi yola başvuracağını asla kestiremezsiniz. Kendi adıma konuşmam gerekirse, duruma ve kişiye göre değişken doğrulara sahip olabilmek de kabul edebileceğim bir durum değil, zira bana biraz kaypaklık gibi geliyor.

Üstelik bizde, Machiavelli’nin söz konusu kitabı yazdığı dönemdeki gibi karışık ve parçalanmış bir ortam yok. Birbirini seven iki aşık var ve onların yolu hep birbirlerine doğru, asla karmaşık değil. Karışık olan tek şey Pamir’in kafası, o da kafasının içindekileri bir düzene koymak için elde ettiği tüm fırsatları kullanıyor. Ama Pamir’cim bizde kral var, prense ihtiyacımız yok. “‘Luther?’ diyor kız, ‘Machiavelli?? Hıı?’ / ‘Şampiyon biziz!’ diyor Ali, ‘Attığımız gollerden belli.’”** Yani şampiyon Ömer, attığı gollerden ve öptüğü Defnelerden belli! Hem de öyle bir öpmüş ki, kızcağız kendi kendine kaldığı her an, sahilde yaşadığı o anı hatırlıyor. Ee, neticede hem koskocaman bir yılın hasreti hem de kabuk bağlayan yaraların yeniden kanamaya başlaması, derinlere gömüldüğü düşünülen duyguların yeniden gün yüzüne çıkması söz konusu.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER