“Gözlerimizi
uzaklıklar değil ki yalnız
göze
alamadığımız yakınlıklar da acıtır.
Ve gözleri
ancak gözler bağışlayabilir…”*
Sevdiği insanların kendisinden uzakta olması herkesin canını acıtır. Hele
de en çok sevdiğinden ayrı düşmek… Bazen de bir nefes kadar yakın olup da
kavuşamamaktır en çok can yakan. Ama mesafe dediğimiz nedir ki? Uzağımızda olan
biri, aslında her an kalbimizdeyse uzakta sayılır mı? Veya kimi zaman da
yakınımızdayken koyduğumuz mesafelerle binlerce kilometre uzağa ötelemez miyiz
o kişiyi? O yüzden fiziken bulunduğumuz yerin bir önemi yok aslında, bütün
mesele aklımızın koyduğu sınırlarda, belirlediği yakınlıklarda.
Şairin dediği gibi, uzaklıklar kadar, göze alamadığımız yakınlıkların
acısını da, sızlayan kalp ile her daim dolu gözler çeker esas. Yaklaşsan
yeniden yanacağını bilirsin, ama ateşin sıcaklığına ve göz alıcı görüntüsüne
karşı koyamazsın. Yakınına sokulur, o sıcağı tüm yüzünde hisseder, fakat önceki
yanıkların acısı daha yeni geçmişken, yeniden kendini gözün kapalı bir şekilde
ateşin içine atamazsın. Bir yandan ateşe atlama bir yandan da geri çekilme
kararsızlığı, o ürkek tereddüt hali nasıl da yorar insanı. Gözün o parlak
ateşten başkasını görmediği için 'masum' bir duvar yazısı seni uyarır belki ama
yine de seni çok üzdüğü için, sevdiklerinin de cephe aldığı adama
yaptığın pazı sarmasını, çektiğin tüm can acısına rağmen savunursun. “Benim kararım, beni bağlar!”
Defne’nin aklının koyduğu
sınırların etrafında tel örgüler ve hatta hendekler var. “Savunmaya çekil,
kolla kendini!” diye taktik verip duruyor. Ama bir yıldır hazırladığı savunma
planı, Ömer’in “Ondan sonraki hayatı gibi bomboş." olan buzdolabını gördüğü an
hükümsüz kaldı. Bunun üzerine de minnak İso’ya itiraf ettiği gibi, dinlemekten
korktuğu kalbinin sesinin peşinden gidip tüm merhameti ve sevgisiyle, sevdiğine
kıyamayarak pişirdi pazı sarmasını, hem de uykusuz kalma pahasına. Sırf mutlu
olmayan, hayatı yolundan çıkan Ömer’in hayatında bir şeyleri eskisi gibi yoluna
koymak için. Sebebini anlayan İso’nun haşin uyarısına karşılık gönül
rahatlığıyla yanmayacağım diyemedi yine de. “Üzülürsem de gelip senin omzunda ağlamam.” cümlesi Defne’nin
durduğu yeri çok güzel özetliyor aslında. Daha birkaç gün önce yüzüne karşı
“Söz veriyorum bundan sonra senin için ağlamayacağım.” dediği adamın
arkasından, yalandan da olsa “Yok be, beni bırakıp giden adam için ne
ağlayacağım bundan sonra!” diyemedi. Bu hem çok güzel hem de çok kötü.

Sevdiğine kıyamayan Defneler candır^^
Güzel çünkü; henüz şu anda
Ömer’le yakın olmayı göze alamasa da, yeniden bir ilişkiye adım atma cesaretini
ve kararlılığını gösteremese de, Ömer Defne’nin yaralarının acısını dindirdiği
zaman o cesarete yeniden kavuşacak. O güvene sahip olup da Ömer’in aşkının
çekimine karşı koyamadığında, işin sonunda yeniden yanıp yanmayacağını
sorgulamayacak. Bir cesaret edebilse gene atacak kendini ateşlere. Yani bu
cümle, belki henüz kendisi bile farkında olmasa da yeniden Ömer’le birlikte
olabilme ihtimaline zihnini açtığı gösteriyor. Üstelik de can dostu İso’ya bile
kafa tutarak.
Öte yandan kötü çünkü; o açtığı zihnin bilinçaltında
üzülmeyeceği ihtimali yok henüz. “Ağlarsam da kendim ağlarım.” demek
üzüleceğini baştan kabul etmek demektir ki, bu da Ömer’e duyduğu güvensizliği
yansıtır. Yani Defne haliyle henüz “Ömer gitmeyecek ve yeniden üzülmeyeceğim ki
zaten. O yüzden bu uyarılara gerek yok.” kafasında değil. Dolayısıyla Ömer’in
tamir etmesi gereken nokta da tam olarak burası. Defne, kırılan gururunun
acısını çıkarma peşinde değil. Kendisini bırakıp giden adamın bu gidişine
kırgın veya kızgın da değil, çünkü hak veriyor. Aksi olsa bir yıl boyunca yarım
kalanlardan birazını azaltmak istercesine, Ömer’in yarım bıraktığı resmi
tamamlamak ve onun renksiz hayatının bir yansıması olan tabloya kendi beyaz ve turuncu
rengini katmak için bu kadar hevesli olmazdı. Aynı şekilde yarım kalanlardan
ötürü kendini suçlayıp o pazı sarmasını da yapmazdı. Bunlar, yaşananlardaki ve
yaşanamayanlardaki payını bilen bir kadının pişmanlık dolu küçük telafi adımlarıydı.
Ancak Defne yeniden eskisi gibi yakın olup, renkleri birbirine karıştıktan
sonra, aynı şekilde üzülmeyi göze alamıyor. O yüzden de Ömer, onun üstüne
gitmek, damarına basmak yerine onu üzmeyeceğini, bir daha hiç ağlatmayacağını
tüm benliğine ince ince işlemeli.