Lunaparkları çok severim, içinde
Pamir olmadığı zaman. Şaka bir yana, Defne’nin yaptığı pazı sarmasından o kadar
çok kişi otlandı ki, bir ara tencerenin dibini göreceğiz diye endişelendim ve
kendi kendime Ömer sağ salim o pazıyı yiyebilirse lunaparka çok laf etmeyeceğim
diye söz verdim. Ancak izledikten sonra boşuna kuruntu yaptığımı, zaten kendi
kendime böyle bir söz vermesem de lunaparka gidişle ilgili yalnızca gereksiz diyebileceğimi
anladım. Defne’nin kafa dağıtması, Pamir’le arkadaşça eğlenebilmeleri ve
birlikte bir çılgınlık yapabileceklerinin mesajını sütlü nuriye ile verdiler
zaten. Ömer’i karakola getiren de o macera oldu. Lunaparka gitmeseler de olurdu
hani.
Bir de benim lunapark konusunda esas
imrendiğim ve içime sinmeyen şey sahnenin dış etkenler neticesinde fazla güzel,
fazla özenli oluşuydu. (Bir şeyi fazla güzel diye eleştireceğim de hiç aklıma
gelmezdi.) Defne’nin terk edilme travması gibi benim de bir adet Gallo travmam
var ve lunapark sahnenin yazım ve oynanma aşamasından sonra, incelikli
işlenişinden dolayı, Ömer’in odasına gelip de Gallo’yu kendi masasında
otururken bulduğu sahneyi hatırladım ister istemez. Asla Gallo ve Pamir’i
karşılaştırmıyorum, ikisi çok başka insanlar benim gözümde. Ayrıca benim için
her zaman, başkalarıyla iletişimlerinde bu aşkın tarafları olan Ömer ve
Defne’nin durduğu yer önemlidir. Sahnenin içeriğinde bu açıdan hiçbir sıkıntı hissetmedim;
Pamir ve Defne iki normal insan gibi lunaparkta vakit geçirdiler. Defne’nin
Pamir’e yaklaşımında da tereddüde mahal veren bir taraf yoktu, Defne Pamir’e
kayabilir mi diye hiç endişelenmedim, böyle bir soru işareti yaratılmak
istendiğini de düşünmedim. Ama sahnenin hem görsellik açısından şahane oluşunu,
hem de fonuna eklenen müzikle verilen Fransız filmi havasını fazla özenli
buldum. Çok atla deve bir sahne değildi, dolayısıyla bu kadar özenilmesine,
sahnenin ekstradan cilalanıp parlatılmasına gerek yoktu -bence-.

Hakiki mutluluk...^^
Elbette ki o lunaparka giden
Defne ve Ömer olsaydı sahnenin fazla güzel oluşuna laf etmezdim, çünkü onların
gidişinin motivasyonu çok daha başka olurdu, onların parlatılması gerekirdi.
Öte yandan bu serzenişlerim Defne ve Ömer’in gitmeyişinden de kaynaklanmıyor
kesinlikle. Evde eskisi gibi “birlikte” bir şeyler yaratmalarını on lunapark
sahnesine değişmem. Üstelik bu aralar daha da tutkulu, daha da yetişkin bir
ilişki izliyoruz. Onlar “İyiler, çok
iyiler, birlikteyken şahaneler”, hakiki mutluluk birlikte herhangi bir
aktiviteye ihtiyaç duymadan da keyifli vakit geçirebilmelerinde gizli. Çünkü
ikisinin arasında çok başka bir iletişim var, daha başka bir dil konuşuyorlar.
O dil her zaman Defne’nin yüzünü güldürmüyor olabilir, henüz bilmediği
kelimeler, cümle kalıpları da olabilir ama o da esas olarak bu iletişimden
keyif alıyor.
Çünkü Nihan’ın zamanında dediği
gibi Defne’yi zorlayacak bir adama ihtiyacı var. Tekdüzelikten ziyade hayatın
daha uç noktalarına çıkartan; üzüntüsünde dibi gördüğü, sevincinde doruklara
çıktığı, yakınlığıyla da uzaklığıyla da hem ürkütücü hem cazibeli bir adama...
Göze aldıkları ve henüz alamadıklarıyla, daha gidilecek çok yolları var. Gündelik
sıradan mutlulukların bir kısmını Pamir’le yaşasa ne olur? Rengârenk lunapark,
geçirilen hercai zamanda eğlenme, kafa dağıtma derken her şey normal ve
Pamir’in tüm o eğlenceli yönüne rağmen yürek hoplatmayan cinsten. Ve Defne tüm
bu süreçte değil, esas olarak o sahildeki kısacık anda yaşadığını hissediyor,
çünkü o anda nefesi kesiliyor.
“İkinci şans.” adlı ayakkabı
Defne’ye çok yakıştı, ama o ismini öğrenince kaçmayı tercih etti. Aslında yeni
Ömer’in yarattığı ayakkabının kendisine nasıl uyduğunu gördü ama ona ikinci bir şans
vermeyi göze alamıyor henüz. Ömer, tıpkı o tasarladığı ayakkabı gibi,
tasarlayacağı -ikinci şans- düzeninde de Defne’yi aynı şekilde rahat ettireceğinin, aynı
güzellikleri yaşatacağının güvenini verse, o da yaralarının sarılmasına müsaade
edecek. Defne, yeniden ateşe doğru uçmaya başlamış, ama fazla yaklaşmayı da
göze alamazken Ömer o ateşi aşkıyla daha da harladı. Bu sıcaklık Defne’yi başta
bir korkutup, kendisini geri çekmesine yol açacak olsa da zamanla ateşin
büyüklüğü ve parlaklığı onu daha da çok cezbedecek, daha da körlemesine
uçmasını sağlayacak. Neticede “Buse günah
değildir yıldızların altında”.***
*Haydar Ergülen, Sis
**Atiye, Sor diyemem sana
***Zeki Müren, Yıldızların altında