Eğri oturup doğru konuşayım mı ey
okuyucu? Bu aralar Kara Sevda’ya karşı kendimi gazı kaçmış kola gibi
hissediyorum, üstelik de sıcakta unutulmuş… Sezon başlangıcını, koca zaman
atlamasına rağmen çok sevmiş ve heyecanlanmıştım. Ama ondan sonrasında bir
durağanlık hissettim ve his 3 haftadır geçmiyor.
İlk sezon Nihan’la Kemal’in
bölümler ilerledikçe altı daha da dolan kara sevdası, Emir’le Kemal’in hem
Nihan hem de iş üzerinden kapışmaları ve Ozan’ın işle(me)diği cinayet üzerinden
ilerledik. Ben benzer bir formülün bu sezon da uygulanacağını düşünüyordum. Benim
kafamdaki gidişata göre Emir ve Kemal satranca benzer akıl dolu hamlelerde bulunacak, Nihan biricik kızı için Emir’le mücadele
edecek ve biz zamanla Ozan’ın ölümünün sır perdesini aralayacaktık. Bunların
hepsi veya bazısı olabilir yahut hiçbiri de olmayabilir, daha yol uzun.
İzlediğimiz şeyin hikaye anlatıcısının tercihleri, manevraları olduğunu bilerek
izliyorum ve kafamdaki gidişata uyulmadığı için tek laf edemem. Ama bu
gidişatın bende uyandırdığı ve -bu sıralar- uyandıramadığı hisleri de belirtmek
durumundayım.
Bana mı öyle geliyor bilmiyorum
ama bölümlük konuların işlenişinde bir yavaşlık, anlam veremediğim bir
durağanlık hissediyorum… Konu hâlâ insanı alıp götürebilir, hem hikayede hem de
senaristlerde o potansiyel var. Ama sanki bilerek frene basılıyormuş gibi
geliyor, herkes birden bir pasifleşti. O yüzden ben de heyecanlanıp debisi yoğun
bir suyun akışına kapılıp gidemiyorum, sanki sadece kenarında oturmuşum ve
ayaklarımı sokmuşum içine. Bilmiyorum diğer izleyicilerde de benzer hisler
uyandırıyor mu? Belki de sorun bendedir, ben hikayenin içine giremiyorumdur. Çok
acele de ediyor olabilirim, daha koca bir sezon var önümüzde, hikaye dallanıp
budaklanabilir. Ama 3 hafta boyunca benzer şeyleri hissedince söylemeden
geçemedim.
Bu deniz bize kendi Denizimizi de getirecek.^^
Artık bölümü izlerken sürekli
değil, süreli mutluluklar ve hazlar yaşıyorum. Bu aralar bilhassa da geçmiş
sahneleri beni mutlu ediyor. Bu dizinin flashback sahnelerinden, o sahnelerin
ferahlığından hep keyif almışımdır zaten. Şimdilerdeyse “şimdiyi” sevmezken,
geçmişi daha da bir keyifle izliyorum. Sanırım bunda geçmişin güzel anılarla
dolu olması kadar, genç Kemal ve Nihan’ın daha özgür hallerinin de payı büyük.
Geçmişteki Kemal’in toyluğu ve Nihan’ın cıvıl cıvıl genç kız hali ile şimdiki
duruşları arasında çok fark var. Geldikleri hal, içinde bulundukları durum açısından
demiyorum ama eskiden haliyle daha dertsiz tasasızlardı ve bunu Kemal’le
Nihan’ın beden dilinden, gözlerindeki ışıktan, ellerini kollarını kullanış
biçimlerinden bile anlamak mümkün. Yaşananların ve aradan geçen yılların
karakterlerin duruşunu, bakışını etkilemesi çok normal ve zamanda her yolculuk
yapıldığında, dönem belirtilmese bile ben bu ayrımı sadece kıyafetlerden,
saçtan veya makyajdan değil, oyuncuların tavrından da anlayabiliyorum. Bu da
çok hoşuma giden ama haftalardır fırsatını bulup da söyleyemediğim bir
ayrıntıdır.
Mesela Hıdırellez gecesinde
Kemal’in, Nihan’ın kendisiyle ilgili dilek dilediğini düşündüğü zaman gözünde
beliren heves ve umut dolu ışığı çok seviyorum, aynı şekilde Nihan’ın dolu dolu
seven hallerini de. Eksik dilek dileme derler ama sanırım Nihan bu sözü
duymamış. Kabul, bir bebek, bir kadınla bir erkeği nikah defterine atılan bir
imzadan çok daha bağlayıcı, çok daha kıymetli bir şey. Ama işte sadece bebeği
dileyip geri kalan koşulları göz ardı edince Kemal’in bebeği Kozcuoğlu soyadını
taşıyabiliyor. Hadi Kemal’le evlenmeyi dilemedin de bari “Ben başkasıyla evli
değilken Kemal’le bizim bir bebeğimiz olsun.” deseydin be Nihan, secret denen
bir şey var. Sen baştan eksik dilek diliyorsun, ondan sonra da kader kartları karıştırınca
hep ona sitem!