Bana bir masal anlat Defne...
Bazı cuma geceleri vardır iç sıkıntısı, yürek çarpıntısıyla yatarım yatağa... Ancak bazı akşamlar vardır ki; anlamsız bir iç rahatlığı içerisinde olurum. İşte bu cuma herkesten birkaç saat gecikmeli internetin zor çektiği bir otel odasında bölümü seyrettikten sonra hissettiklerim de işte bu iç rahatlığıydı. Hatta hissettiklerimi bir rahatlamadan öte mutluluktu. Yüzümde hafif bir gülümsemeyle uykuya dalmaya çalıştım. Neden mi? Çünkü ben aylardır yazdığım Defne Topal ile Ömer İplikçi'nin masalını ilk kez Defne'nin ağzından dinledim. Meriç Acemi'ye bu güzel ve umut verici aşk hikayesini baş kahramanı tarafından bize anlattığı için teşekkürü borç bilirim. Bizler bir çok güzel bir aşk masalının tanıklarıyız. Yaşadığımız andan çok sonra mucizesini yaşayan ve sevdiğiyle mutlu olan bir genç kızın başından geçenleri anlattığı. Ama bunları izleyerek şahit olmuştuk, şimdi ise 52 bölümdür yaşadıklarımız kısacık ama bir o kadar da çok anlam taşıyan bir masalla dile geldi:
 
Bir varmış, bir yokmuş... Uzak ülkelerin birinde kuzguni siyah saçlı yakışıklı mı yakışıklı bir kral yaşarmış. Her zaman doğruluk ve adaletten yana olan bu kralı herkesler pek bir severmiş ama korkarlarmış da. Buz gibiymiş dışı, ama o duruşunun ardında gizlediği kırılgan mı kırılgan yumuşacık bir kalbi varmış. Genç kız bu kalbe tutulmuş. Bildiğin dut gibi aşık olmuş ama ne aşk! Aklı başından gitmiş kızın, kralı her gördüğünde dizlerinin bağı çözülürmüş. Değil sevmeye, bakmaya bile cesaret edemiyormuş. Kız kralı o kadar çok sevmiş ki, birlikte savrulup gitmişler. Hem sevmişler hem de yaralanmışlar. Ve bir gün kral çok uzaklara gitmiş.


Üstelik gitmekte de haklıymış. O soğuk görünümüne rağmen içindeki sıcaklığı görüp onu çok seven o insanların kendisinden çok büyük bir sır sakladığını öğrenmiş. Genç kız da bu yalanın bir parçasıymış üstelik. İçim dediği o serseri sevgilisi ondan çok büyük gerçeği saklamış ve hiç beklenmedik bir zaman itiraf etmiş. Her zaman doğruluk ve adaletten yana olan bu kral da bunları öğrenince hayatta tek başına adaleti yaratamayacağını düşünerek genç kıza "Bana yalan söyledin. Bir daha güvenemem sana" deyip gitmiş, kaçmış. Kimse de ona gittiği için kızamamış. Çok uzak  ülkelere... Genç kız da daha önce hep yaptığı gibi siniri geçip her şeyi düşünüp bir yere koyarak kralın yeniden döneceğinin hayalini kurarak başlamış beklemeye. Sonuçta kral ona “Rüzgar nereye eserse essin ayrılmayalım" demişti. Aralarında aşk, ahenk, ruh birliği her neyse bu şey onları ayıramayacağı kadar güçlü ve genç kız da en az kral kadar mağdur olduğundan dönmesi gerektiğini düşünüyormuş. Haklıymış da! Sözde en kolay bekleme türü geleceğini bildiğini beklemektedir. 
 
Beklemek...
 
Shakespeare'in dediğine göre "Beklemek cehennemdir." Bana göre sabır işidir. Sabrı olan için beklenen zaman kolay geçer. Sabırsız olanlar için ise hayat çok zordur. Bazen işe giderken üç dakika içinde gelecek metroyu beklemek bile işkence gelir. Kısacık gibi görünen o zaman geçmek bilmez. Sayılı zaman çabuk geçermiş ama ne çocuğunun askerden dönmesini bekleyen anneler için zaman geçer ne de okulda ve işte günün bitmesini bekleyenler için... Düşünsenize genç kızın krala gerçeği itiraf ettikten sonra neler olduğunu öğrenmek için beklediğimiz o 91 günün hatta 2184 saatin ne kadar yavaş geçtiğini. Özetle beklemenin kolay bir yanı yoktur. Ama çok zorlu bekleyişler vardır. Ölmek üzere olan bir hastanın ölmesini beklemek örneğin. Ya da gelmeyeceğini bile bile bir insanı beklemek. Derler ki; "Gelmeyeceğini bile bile beklemek saflık değil, aşktır."  Ne kadar doğru. Çünkü gerçek aşk içinde umut barındırır, umut da vazgeçmeye engel olur. 


 
Paulo Coelho'nun Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum ve Ağladım kitabında altını çizdiğim bir bölüm vardır: "Beklemek. Aşk konusunda öğrendiğim ilk ders buydu. Gün sürüklenip gitmektedir, binlerce plan yaparsınız, olası tüm diyalogları düşlersiniz, davranışınızı değiştirmeye söz verirsiniz kendi kendinize ve orada öylece beklersiniz, kaygılar içinde, sevdiğiniz insan dönünceye kadar. Ama geldiğinde ne söyleyeceğinizi bilemezsiniz, çünkü beklemek gerilim yaratır, gerilim korku ve korku da duygularımızı açıkça ifşa etmemizden utanmamıza neden olur." 
 
Aşık olunca beklersin ama bekledikçe kendinden bir şeyleri kaybetmeye başlarsın. Zaman geçer, aşk baki kalır ama insanlar değişir. Beklerken yaşananlardır onların değişmesine neden olan. Aynen kralın arkasından bekleyen genç kızda olduğu gibi. Beklemiş, beklemiş. Hiç haber alamamış. Ve gelmeyeceğini anlamaya başladığında ise kızcağız ne yapsın? Yanmış, kavrulmuş, ne hayat kalmış, ne de neşe. Vazgeçmiş kendinden, hep bir yanı kırık hep bir yanı aksak. Bırakmış yaşamayı. Yaşadığı şehrin tek kişilik olduğunu ve beklediğinin bir gün köşeden gelmeyeceğini artık anlamış. Ama işte Küçük İskender'in de dile getirdiği gibi; "Beklediğin bir şey anca sen onu beklediğini unuttuğun zaman gerçekleşir. Bu hayatın sen bakarken soyunamıyorum deme şeklidir." Ve tam maskesini takıp kendine yeni bir hayat kurmuşken kral bir gün tahtına geri dönmüş. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER