Evet, bir gün kral tüm ihtişamıyla eskisinden daha güçlü olarak geri dönmüş. Kıza 'Ben geldim, sana geldim' demiş. Dile kolay önce umutla, sonra ise umutsuzla beklenen 365 gün, 8760 saat. Giden gitmekte haklıymış da işte dönmeyeceğinde uzun bir süre bu kralla genç kızın arasındaki aşk, genç kızın gözünde değer kaybetmiş. "Sevseydi dönerdi" demiş. Oysaki hayat bizlere bu geçen bir yılda iki kişinin de aynı anda haklı olabileceğini göstermek istemiş. Çünkü o geçmek bilmeyen 8760 saatte hem giden acı çekmiş, hem kalan. Zaman hepimize bir oyun oynamış. Daha da efsaneleşecek bir aşk için ufak bir mola vererek "Zaman hiçbir şeydir, şahane bir an yaşayana kadar" sözünün ne kadar doğru olduğunu göstermek istemiş. Söz konusu aşk olduğunda zamanın hiçbir anlamı yoktur. Belki bu süre içerisinde yaşanan acıları, dökülen göz yaşlarını silmek için bir cihaz yoktur ama o aşk hala bakiyse eğer sevdiğinle geçireceği anlar zaten yavaş yavaş etkisizleşir onları. Sonra bir bakmışsınız acı çektiğiniz günler aklınıza bile gelmiyor. Ancak bu da hemen bir sihirli değnekle olmaz ne yazık ki... Çünkü Coelho'nun da dile getirdiği gibi geçen zaman genç kızın korkusuna korku katmıştır. Bir yıldır beklediği sevgilisi ona gelmiştir ama genç kız kaçmış kraldan, yeniden yanıp kavrulmaktan korkmuş. Hala deli gibi seviyormuş, seviyormuş ama kimselere de söylemiyormuş. Aksine herkese 'Tamam geçti iyiyim' diyormuş. Ama aslında hiç geçmemiş. Kralı her gördüğünde dizleri titriyormuş, ona her yaklaştığında aklı başından gidiyormuş genç kızın. Sadece kendisi biliyormuş bunu, hiçbir zaman geçmeyeceğini... ama bir yandan da deli gibi kraldan kaçıyormuş. Bu nedenle bu aşk küllerinden yeniden doğurmak artık kralın görevmiş. Neyse ki hala genç kızın kalbinde eskisinden bile belki daha büyük bir yere sahip olduğundan işi göründüğü kadar da zor değil. Tek ihtiyacı şu anda durduğu sarı ışığın yeşile dönmesini sağlayacak bir işaret.


Çünkü geçen bir yılda yanan, kavrulan, neşesini kaybeden ve kendinden vazgeçerek bir yanı aksak yaşayan sadece genç kız değilmiş. Her ne kadar haklı olarak suçlayarak bırakıp giden kralın kendisi olsa da o da giderken yanına valiz almak yerine genç kızın dolu küfesini sırtlamış. Bu yüklerle de öğrendiği gerçek ve yansımalarıyla dünyanın en güzel şehrinde yapayalnız bir yalnız bir hayat geçirmiş. Adeta bir tutsak gibi... Öğrendiği gerçeği anlaması, onu kabullenmesi, geçen sürede yaşanan her şeyi beyninde tartıp biçip haklıyı haksızı suçluyu suçsuzu bulması, kendiyle yüzleşmesi derken geçmiş 365 gün. Belki tüm taşlar kafasında oturmuş ama bu sefer de dönmeye cesaret edememiş. “Ne yapıyorsun, kimler var yanında, ne yiyorsun, ne içiyorsun, ne hissediyorsun? Vaz mı geçtin? Bitti mi yani her şey? Belki de bitmemiştir. Yarım kalmıştır. Mesela yaşanmamışlar, yaşanamamışlar bu ara bayağı kafamı kurcalıyor.” diye düşünüp durmuş. Gitmekte haklı olsa bile kendini gittiği için suçlamaya bile başlamış. Oysa ki tek hatası terk ettiği için değil de, genç kızın da mağdur olduğunu fark ettiği halde dönmemiş olmasıydı. Bunun için de onu kimseyi suçlayamaz. Bazen yapamaz, atman gereken adımı atamazsın, olmaz yani! Hayat zaten eğer bir şey olması gerekiyorsa ve onu yapacak cesareti kendimizde bulamıyorsa; bizlere yardım edecek itici güçler yaratıyor. Aynen kralın, ülkesine yok olmak üzere olduğunun haberini alması gibi. Büyük bir emekle inşa ettiği bir ülkenin (aşkın) yıkılmasına izin vermek bu kralın yapabileceği bir şey değildi. Ve geri dönme kararı aldı. 



Geri dönmek... 

Gitmek mi zordur, kalmak mı? Ne kadar düşünürüz bunu... Terk edilenin işi her zaman daha zor gibi görünür çünkü onun yapabileceği bir şey yoktur beklemek dışında. Olanları değiştirecek güce sahip olan sadece gidendir, geri dönerek. Belki masum olan kraldı ama gittiği için oluşan enkazı yeniden inşa etmek yine ona düşüyordu. Neden ne olursa olsun bırakılıp gitmek insanın cesaretini kıran bir şeydir. İşte bu nedenle artık bu aşk sadece krala emanetti. O suçlu ya da haksız olduğu için değil, aksine haklı olduğu halde 'biz' olmanın getirdiği şartlardan biri olduğundan. "Hayat müşterektir" derler. Biz olduğunda biri düşerken, diğerinin görevidir onu yeniden kaldırma. Şimdi bekledikçe daha da yok olan genç kızın yeniden bu aşka inancını sağlamak için savaşacak olan kralın yapacağı gibi. Bu konuda kendisine olan güvenimiz ise tam! Çünkü kral tahtına her zamankinden güçlü, ihtişamlı ve ne istediğini bilerek dönmüştü. Üstelik bir yıl boyunca aşkları için diğer cinlerle ondan habersiz savaşan genç kızdan bu görevi devralarak. Artık ülkesini korumak için savaşma sırası o erimeye hazır buzlar kralındaydı. Ve görevini de döndüğü gibi en iyi şekilde icra etmeye başlamıştı: 
 
"Sence bu hikayenin tek mağduru ben miyim? Hala aklım almıyor nasıl yapabildiniz? Hiç tanımadığın kendi halinde bir kızı göz göre nasıl ateşe attınız? Hala aklım almıyor. Sana karşı sakin olamıyorum. Öfke taşıyor içimden. Onun yaşadıklarını düşünüyorum, bizim yaşadıklarımızı. Sebepsiz ayrılıkları, sonları, yarım kalan cümleleri, yalanları, kaçışları... Ben işin içinden çıkamadım kafayı yedim ‘Defne neden böyle yapıyor diye?’ Meğer nasıl zorluyormuşsunuz kızı, nasıl bir cenderedeymiş, nasıl kıskıvrak yakalamışsınız. Sizin bu yaptığınız var ya, sırf yapabiliyorsunuz diye gücünüz yetiyor diye birine zulüm ettiniz siz. Mesele sadece ben değilim. İkimizin de canı yandı. Söylerken midem bulanıyor. Bu saçma sapan oyununuz yüzünden biz darmadağın olduk. O bir tarafta, ben bir tarafta. Hem de bu kadar...”
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER