Allah aşkına ver. Bitsin bu dert. Sen de kurtul, ben de kurtulayım ve benimle aynı şeyleri haykırmaya boş sokak bulamayan yüzlercemiz de.
Aşk Laftan Anlamaz'ın komedisel aşk yönünü pek beğenirdim. Zira Hayat zekasını ortaya çıkaracak kıvamda lafını esirgemezdi, Murat da misliyle karşılığını verirdi. Onların aşka attıkları adımı keyifle, tutkuyla izler, izler izlemez de yazar çizerdik. Bunun için editörlüğe gerek yok, yazdıklarınızı okurdum ve hak bulduğum noktalara bin katar dile getirirdim burada. Aldığım keyif hala mevcut. Mevcut olmasına mevcut da eskisi tadı veriyor mu peki?

Hande Erçel'in sorumluluğu altına giren Hayat kızımızın kalp kırmamak için elinden ne geliyorsa yaptığını elbette biliyorum. Öyle ki "Beni kırsalar dahi aman kalp kırmayayım." tutumuna da ayrı ayrı hastayım orası ayrı. Lakin farklı. Benim karşımda biri benimle oyun oynadığını tabir-i caizse duygularımı paspas, gururumu ego bekçisi yaptığını söylese kırgınlığımı sokak lambalarına değil, hıncımı tüm dünyaya en başta da karşımdakine haykırırım. Ama Hayat ben değilim, olsam da artık kar etmez. Bazen İpek olmak gerekiyor şu dünyada. İntikamsal bir süreçti kafasında kurduğu ama ne ben o intikamı görebildim ne de sen sevgili izleyici. Aldığı avansı dahi bir şekilde halledebilirdi. Zira konu bu derecede büyük ve hasar vericiydi. Muhteşem geceye katıldığında sönüveren duvarları her ne kadar hoşuma gitmese de ''Beni çıldırtma Hayat.'' cümlesini Murat Sarsılmaz'dan duymak bir başka oluyormuş açıkçası.

"Rahat bırak, yeter. O yasak, bu günah. İstediğin cezayı ver ama ben tükendim. Dinlemiyorsun anne. Dinlemiyorsun. Benim söylediğim hiçbir şeyi duymuyorsun. Tek düşündüğün şey kızının namusu. Beni gecenin bu saatinde eve hırsız gibi girmeye mecbur eden sensin."
Annesine karşı yaptığı neydi Allah aşkına? Tam da dedim ki "Bu sahnede aylardır içimde kalanların dışa vuruşunu izliyoruz." Demek ki neymiş? Erken konuşmayacakmışız. Namus konusuna sert bir virajdan doğru girdi, ses tonu belki yanlıştı. Belki de az bile bağırdı. Ne izliyorduk biz? Hayat hata yaparsa memlekete gider, Hayat işini kaybederse memlekete gider. Hayat'ın söylediği büyük çaplı yalanı söz konusu edilmiyor şu sıralar ama edilecek. Sabır. O yalanın alt yapısında yatanın Fadik teyzem olduğu kaçınılmaz elbette. Ben bu patlamayı çok daha öncesinde bekliyordum. Yanlış olan tek bir yanı yoktu. Bu kadar baskı Hayat'a artı olarak değil olabildiğince büyük çaplı eksi olarak geri dönüyordu. Peki sonuç ne oldu? Hayat hiç ummadığım bir şekilde bu konunun ucunu da Murat'a bağlayarak ona sustuklarının sebebini sonucunu da yine bir başka içinde kalan acıya bağladı. "Ben onun yüzünden annemi kırdım." mantığı da tüm ahengi mahvetti. İçinde kalanları dışa vurduğunda ortaya çıkan rahatlama hissiyatının zamanla geçmesi okey. Bunu birilerine yüklemekse neresinden bakarsan bak aptallıktır. Hayat'tan bunu duymak ne yazık ki bölümün henüz başında hevesimi kursağımda bıraktı.

Ve İpek. Aynı aptallığı sende de görüyorum. Bu hikayenin günah keçisi Kerem değil güzel kızım. Bin nefret söylemi yeri gelir bir aşık usandırır şüphen olmasın. Gözünün önündekinin kıymetini anlaman bölümler sürmeseydi iyiydi tabii. Ben Kerem'in yaptığı şeyin maddiyat açısından konuşulmasını hiçbir şekilde doğru karşılamam. Çünkü Kerem şu vakte kadar ve bundan sonrası da olmak üzere tüm maneviyatını İpek'e adadı. Bunu es geçemeyiz. Peki İpek? Öyle bir babaya karşı yapacak pek bir şeyi kalmamış doğru. Ama sevgisiz de değil. Bu sevgiyi yalnızca mutlu anlarında Kerem'e bahşediyor oluşu ne denli doğru? Doruk ve Aslı ikilisi ilgimi fazlasıyla çekmeye devam ediyor. Ama onlarınki ne çapta bir ilişki olacak kestiremiyorum. Bu konuyla ilgili pek yorum da yapmak istemiyorum. İzledikçe göreceğiz. Sonu hayrola.

Burak Deniz. Ruhuna, kalbine ve elinden gelenin en fazlasına minnettarım. Murat Sarsılmaz hakikaten de sarsılmıyorsa bu senin ve kendinden kattığın onlarca şeyin bir sebebidir. "Çok yoruldum babaanne. Güçlü olmaktan çok yoruldum." sahnesinde gönlümden geçen duygular yüzüme de yansımış. Görenler böyle söylüyor. Gerisi sır olsun. Neden insanları daha fazla üzmeyelim diye yaptığımız şeyler o insanları daha fazla üzer? Sorum çok basit. Artık bu dramatik klişeden sıyrılmak istiyorum. Mümkünse de önümüzdeki beş yıl karşıma bir daha çıkmasın. Ne zaman böyle bir durumla karşılaşsam illallah diyorum. Ekranla konuşmaya kalkıyorum yeri geliyor. Rica ediyorum. Yapmayın.
Murat'ın yaşadıklarını tahmin edebiliyorum. Hakkını da veriyorum çünkü ben de aynı şeyleri yapardım. Ana Didem'e tanınan bunca tolerans konusunda Tuval'e sonuna kasar hakkını veriyorum. Destur çekmeyi en baştan bilecekti. Ortada bir bebek var doğru -ki yokmuş öğrendik- ama o bebek için atılan adımlardan teki dahi bir bebek psikolojisi için olumlu değil. Doğdun, büyüdün. Babanın sırf senin için aşkın vazgeçtiğini ve annenle mecburi evlilik yaptığını öğreniyorsun. Annenden mi nefret edersin yoksa babandan mı? Ben yoluma bakarım. Yaşadığım sevgi gösterisini de iade eder, üstüne kendimden de pay katardım. Tuval demişken. Murat ve Tuval sürtüşmesinde öfkemin avuçlarımdan aktığını hissettim. Çünkü bu hikayede Tuval üzülecek en son hatun. İyi niyetinin kurbanı olmasına sessiz kalamazdım.

Didem'in hamilelik klişesine girmeden evvel meşhur Sarsılmaz babamızın konuşmayıp konuşmayıp konuşacağı tuttuğunda evladını uçuruma doğru yöneltmesi ne çeşit bir komedi türüydü? Nejat Sarsılmaz. Senden gün geçtikçe soğuyorum Allah affetsin. Şimdi gelelim o meşhur klişeye. Merak etmeyin lafı uzatmayacağım. Tek diyeceğim şu: 'Elveda Didem.' Görüşmemek üzere hoşçakal. Sevmeye, aşık olmaya çalış. Takıntılarından arın, sevilmeye çalış. Seni sevmek isterdim. Başka sefere artık.

Emeği geçen herkese binbir minnetle..