Buralar hep mutluluk.
Hayatta bazen bir şeylere tutunmak istiyor insan. İhtiyaç duyuyor, istiyor ki bir şey onu oyalasın, dertlerini unuttursun, mutlu etsin, belki de cesaretlendirsin. İşte o şeyle karşılaşmanız çok büyülü bir an. Ne çıkarsa bahtınıza. ilk başlarda idrak edemiyorsunuz, “Aaa iyiymiş bak bu” diyerek normalleştirmeye çalışıyorsunuz.  Sonra bir bakıyorsunuz ki, o “şey” sizi gittikçe etkisi altına almaya başlıyor. Misal gençliğinin baharında ve gezmeleri çok seven birisiniz –mevsimlerden de yaz - bir bakıyorsunuz ki canınız her ne hikmetse (!) Cuma akşamları dışarı çıkmak istemiyor.  Sonra ertesi günlerde döne döne size iyi gelen o “şeyin” kollarında buluyorsunuz kendinizi. Hal böyle olunca içten içe şaşırma, hatta itiraf etmek gerekirse azıcık da utanma hissi geliyor. “Nasıl yani bir dizi mi bana yaptırıyor bütün bunları?” diyorsunuz. Ben dedim, ondan biliyorum. Ben hiç tahmin etmezdim bir dizinin bana tutunacak dal olabileceğini. Ama oluyormuş işte… Takdir edersiniz ki 52 hafta boyunca, hep ardının geleceğini bildiğiniz dizinin kısa da olsa ara vermesi insanı zorluyor.  Ve işte tam da bu nokta araya sıcacık yaz günlerinin gireceğini bile bile yazmaya koyulmak da zor geliyor, ondan bu kadar uzattım. Affola. 

“Mucizeyi gerçekten yaşamış biri olarak söylüyorum” diyen Defne ve kuşbakışı İstanbul ile başlamıştık bu masala. Sonun mutlu olduğunu bildiğimiz halde, bu kadar kederlenmemizi ise asla anlayamayacağım, orası ayrı. İşin büyüsü burada zaten, boş vereyim en iyisi. Bayıla bayıla izlediğimiz bu masalda hiçbir zaman saf kötü olmadı. Kızdıklarımız birkaç hafta içinde affettiklerimiz oldu hep.. Bir tek şu küçük kiralık aşk meselesi kalplerimizde öküzler sürüsü efekti yarattı ama olsundu, mucizeler de her baharda açan kiraz değildi ya..

Hep merak ettim. Meriç Acemi sırrın ortaya çıkış anı için ne düşünüyor, neler planlıyor, en başından beri bir planı var mıydı?” diye. Çünkü hepimiz gerçekleşmeyen düğün- kaçan Defne-ortaya çıkan sır- üçgeninde iç açıları toplamaya koyulmuştuk. Bizi bekleyen şeyin ne olduğunu az çok biliyorduk. İsterseniz, klişe diyelim fark etmez. Hayatta bazen klişelere ihtiyaç duyuyoruz, kabul edelim. Fakat Defne bu kez gerçekten bombelere getirdi, o klişeyi öyle farklı bir aroma ile servis etti ki, benim az kalsın boğazımda kalıyordu. Olsun, ellerine sağlık, biraz daha bekleseydi ekşimtırak bir tat kalacaktı damaklarda.


Anı dondurma isteği tavan

Ve sevdiğim şeyleri abartma huyum kurusun, sırrın açıklanması elli iki bölümdür izlediğim en güzel sahneydi diyebilirim. Hepimiz biliyoruz, mesele atla deve değil.  Hiçbir sır -hele ki bu kadar çok kişi tarafından bilinen bir sır- sonsuza dek saklanamaz. 52 hafta boyunca elimiz kalbimizde, koltukların ucunda hop oturup hop kalkarak, kumanda da ‘vol’ tuşuna acımasızca basarak bekledik. Ve sonuçtan yok gidiş yoluna puan vermeyi sevenlerden bendeniz, hayal edilebilecek en etkileyici şekilde açıklanan bu sır için fazlası ile mutluyum, üstü kalsın…

Şaşırmadım. Ukalaca bir “şaşırmadım” değil bu ifadem. İşin matematiği falan da değil. Ben Defne ve Ömer’in kurgulanmış birer hayal olduklarını bazen bir kenara bırakıyorum. Bazı zamanlarda sanki kimseciklerin göremediği arkadaşları oluveriyorum. İşte bu nedenle Ömer’in oyunla başlayan bu aşkı öğrenmeye hakkı olduğunu düşündüm hep. Ve Defne… Hepimiz onun yine kaçacağını düşündük.  Ama sanırım bu kez Ömer’in sözünü dinlemeye karar verdi. “Böyle kaçıp gitmelerin ona yakışmayacağını” geç de olsa öğrendi. Şaşırmadım ama, bu kadar etkileyici ve cesurca olmasını beklemiyordum.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER