● Ömer'in dedesi ile olan çok gecikmiş yüzleşmesine vakti gelince nasıl bakacağım, benim için hep dizinin en flu noktalarından biri oldu. Bu küslüğe bahşedilen o derin kırgınlığı, asla toparlanamayacakmışçasına sürekli halının altına süpürülen o unufak olmuşluğu bu iki kişi sonunda bir araya geldiğinde bana nasıl üfürecekti ekrandan? O tuz buz olan parçalar uçuştuğunda yüzüme gözüme mi batacaktı; yoksa her bitiş, her yok oluş gibi usul usul toprağa, havaya, suya, rüzgara mı karışacaktı? Gün geldi, Ömer ustasından ondan saklanan sırların en eskisini öğrendi, ve bu ilk sırrı aldı - o kendisine yalan söylediği için kızmadığı ustasının dediği gibi -  koydu kafasında koyacağı yere. Belki de işin sırrı buydu. Ona ne kadar acı gelecek olursa olsun, doğru olan şeyin ona söylenmesi. Doğru her ne ise, onun sahibi tarafından yine getirilip onun avucuna bırakılması. Onu başkalarından, başkalarıyla, başka başka şekillerde öğrenmemek; ve onu nereye koyacağını şaşırıp kalmamak. Bir yalanı kapatmak uğruna, onlarca başka yalanla daha aldatılmamak. Ömer'in hem herkesten çok güvendiği ustası, hem de herkesten çok öfke duyduğu dedesi hakkındaki gerçeği bu kadar sakin karşılayıp, kafasında bu gerçeği koyacağı yeri - bu kez hayatını kırıp dökmeden -  bulması, belki işte bundandı. Buzlar kralının panzehiri; yüksek surların koruduğu kalesine çekilip, kendisini üzecek, ama daha fazla aldatmayacak olan gerçekle baş başa kalmaktı.

● Ömer ve dedesinin konuşması, bana asla tahmin etmediğim bir ana da sıçratı. O sıçradığım anda, bir yaz akşamı bir adam bir kadının kapısına geliyor ve "bana o kitabı sen mi aldın?" diyordu. "Benim için rafları mı temizledin?"... "Temizledin mi?" Bir daha; çünkü kulaklarından kalbine akan o sıcacık şey yüzünden adam, kadının "evet"ini duymuyordu. Bu sahnede gözlerden geçen tüm duygular, aylar sonra aynı gözlerden bir kez daha geçiyordu sanki... Hüzün, yoksunluk, şaşkınlık, umut... Defne'nin ona geldiğinde nasıl kızdığını anlatan dedesine "Bana mı kızdı?" diyen Ömer'e bir bakın. İsterseniz yayının sesini kapatabilirsiniz de. Çünkü burada anlatılanları duymak için sese ihtiyacınız yok.

Defne'ydi işte oradan geçen. Tüm yolların başı ve sonu. Ömer'in, sanki oradan hiç gitmemiş gibi hissettiği geçmişi. Adına yuva dediği his. Her ne olursa olsun, o yanında yokken bile onu düşününce yuvanda hissetmek. İşte Ömer'in anladığı Defne buydu. "Ömer'in Defne'si". Belki de ilk kez bu kadar gerçek olarak.

Ömer gülsün Defne gülsün. Kesilen rüzgar esmeye başlasın. Tatlı bir şarkı çalsın, ve her şey tekrar güzel olsun. Onu büyüleyen adam, bedeniyle ve ruhuyla, hep onun yanında olsun. Defne'nin rüyası bu. Masalı bu. O yıldızların altında tuttuğu yegane dileği bu. Aşkı özürlere, iknalara, afili ispatlara, diz çöküp yalvarmalara ihtiyaç duymuyor. Vefa nasıl bir semt adıysa; Aşk ve Gurur onun için bir film adı. Onun aşkı, adamın gururunu unutturuyor. Ömer'in Defne'si işte!

Sevgiyle,
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER