Keşke yapsaydın Ömer. O yapmayarak üstüne bir de herkeslerin utanmasalar boynuna madalya takacakları şeyi yapsaydın keşke; çünkü yapsaydın, daha az acırdı. Ama bunu sana söyleyemem ben; çünkü bunu söylemem yersiz, beyhude. İçin yanıyordu; ve sen yarana tuz bastın. Yani içine. Yani Defne’ye. 

Ne olup bittiğini anlamadan, kasaturayı kimin soktuğuna, karnında kimin döndürdüğüne bakmadan, bu kan bu kez durur mu diye düşünmeden... 

Fakat ne anlamam bir şey değiştiriyor bunları, ne de kızmam. Ama gereğinden fazla anlıyor, ve gereğinden fazla kızıyorum.

Ve sonra düşünüyorum: 

Dönüp dolaşıp geldiğin bu son noktada; gökyüzüne bakıp hâlâ bir yıldız olup olmadığını düşünürken uyuyakaldığın o soğuk toprakta, öfkenin kanlı canlı sebebiyle yüzleşemediğin için kırıp döktüğün cansız nesnelerin mezarı haline gelen salonunda, o hep ‘çok doğru insan’ olduğunu zannettiğin için taktığın yüzüğü çıkarıp koyduğun sehpada, senin bu hataları yapman gerekiyor. O soğuk toprakta uyurken üşütmen, kenarda köşede kalan cam kırıklarına basıp ayağını kesmen, o sehpanın ayağına takılıp yüzüstü düşmen gerekiyor.  

Ve benim sana hak vermemem gerekiyor; çünkü sana söylenen bütün yalanlar yüzünden yine haklısın; ama doğru değilsin. Doğru olamadıktan sonra, haklı olmanın ne anlamı var? 

İnsanoğlu pürüzleriyle var; varlığını da kâh o pürüzlerle yaşayarak, kâh onlarla savaşarak devam ettiriyor. Sen de yaralarınla varsın; ve gerçekten istediğin buysa, o yaralarınla sürüm sürüm sürünerek yaşamaya hakkın var. Ama bilmen gereken tek bir şey var ki; yaralarına uzanan her el, o yaraları deşmek için uzanmıyor. Bazı eller var ki, efsunlu. İstersen onu tutup o yaraları iyileştirmeyi deneyebilirsin. İstemezsen de, sen o eli bırakmadıkça o el senin elinden yine tutar ve beraber yaralar daha az acır hale gelir.

Velhasıl İplikçi, uzuvlarına methiyeler yazılırken adına taziyeler düzülen adam; bu kez düşüp acı çekmen gerekiyor senin – ve bunu hak ettiğin için değil, buna ihtiyacın olduğu için. İnsanların bazen tam olarak hak etmedikleri şeyleri muhakkak yaşamaları gereken dünyaya hoş geldin büst adam. 

Acı çekmen; ve içinin acısını, “içinin en derin yerini” daha da acıtarak çözemeyeceğini anlaman gerekiyor, her ne kadar “en çok sevdiğini en fazla yaralamamak” hayattaki en zor şeylerden biri olsa da. Senin deyiminle “acının üstüne çıkmak” da bu demek zaar. 

Ve ayrılık sevdaya dâhilse, senin o ayrılığı dibine kadar yaşaman gerekiyor ki, sevdaya ne kadar dâhil olduğunu görebilesin. Hayatta en kıymetli şeyler, efsunlu eller gibi mesela, önce kaybetmeden, maalesef bulunamıyor. Ama bu elleri görmek için gözünü değil, gönül gözünü açman gerek.

Açarsın belki… Hayat. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER