50 gram pamuk ipliği...
Bu yazıyı yazmadan önce çok düşündüm. 

Dilimize o kadar yerleşmiştir ki, çoğu zaman gerçekten o “çok düşünme” eylemini yapmasak bile kullanırız bu kalıbı. Bir ileri bir geri gidip gelmeyi, mütemadiyen kararsız kalmayı, kendimizle çelişmeyi, haklı olup olmadığımızı bile şaşıracak kadar karmakarışık olmayı ve günün sonunda kafayı bir türlü netleyememeyi anlatır bu iki basit kelime; çok düşünmek. Ve aslında gidip gelirken de, kararsız kalırken de, çelişirken de, şaşırırken ve düğüm düğüm karışırken de sorun; yeterince doğru düşünememektir. Biz düşündüğümüzü sanırken aslında belli düşüncelerin kuyusunu kazarız; ama kuyunun içine dalıp ıslanmayı göze almak yerine, etrafında hazır çıkarılmışı bulunan kuru, tozlanmış düşüncelerin arasında döner dururuz. 

Bugün Salı. Ve ben Cumartesinden beri, yani bir haftadan fazladır düşünüyorum. Evet, “bir haftadan fazladır”, çünkü düşüncelerimi de kendimle beraber güneşin batmak bilmediği, bir günün en aşağı 1,5 güne tekabül ettiği coğrafyalara götürmüş bulundum.  Ve galiba hep düşündüm; düşüncemin kuyusundan kazıdıklarımın %90’ına gün yüzü göstermemiş olsam bile. Ormanda oturmuş, kulağıma dolan kuzey rüzgârının uğultusunu dinlerken “pembe bakır demliğim olmayabilir belki ama benim de o renkten ayakkabım var negzel”  diye düşündüm ben mesela; çünkü bi takım tahtalarım, bunu düşünmeden edemeyecek kadar eksik. 

Sonra mesela ayağımın ucundaki taşa bakıp şunu da düşündüm – çünkü madem eksiğimiz var fazlamız yok – neden düşünmeyeyim? Sen, Ömer beyim, o ormanda hangi taşa oturdun da midende hazımsızlık yaptı ki, bazı şeyleri hazmedip diğerlerini sindiremiyorsun? Hangi taşsa bilelim de, gidip maazallah üstüne oturup neyin başımıza iş almayalım. Narin mideciğine dokunmayacak çayın sırrı içinde bir tutam rezene ihtiva etmek mi mesela? Geleneksel tavşankanı reflünü mü azdırıyor? Hani bir gün misafirliğe gelirsen, demlemeyelim sana ondan, o yüzden soruyorum.  

“Oysa her şey ne kadan da güzel başlamıştı ühühühüh” klişesini şuraya koyup bir köşede çöküp ağlamayacağım da, ama keşke bunun sebebi “ben klişe sevmem ki hmppff!” olsaydı. Keşke ben klişe sevseydim de, her şey - çoğu geçtim - azıcık güzel olsaydı. Zeytinyağlı dolmalar, Balkanlardan esen soğuk cenaze rüzgârları altında buz kesmeseydi. Zeytinyağı donunca iyi olmaz çünkü. 

Olmadı da zaten. Benim mideme oturdu mesela o dolmalar, yemeden. Korişim sana da öncelikle geçmiş olsun, sonra da 41 kere maşallah. Çünkü o, laneti sehpanın üstündeki dantel örtülerden filan akan merasime düzülen sofradan midesine giden yola çığ düşmeyen bir insan; ancak Allah’ın sevgili kulu olabilir. Dikkat et nazara gelmeyesin. 

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER