Velhasıl kelam, başta da söyledim ya, izlediğinin en çok
hikâyesinden etkilenen bir izleyici olarak, ortalıkta bu kadar ağır bir dram,
bu kadar büyük aksiyonlar yaşanıyorken, bunu diyaloglarla besleyemeyen,
karakterlere bağ kurdurmada genelde tökezleyen senaryo ile dün gece de
çoğunlukla barışamadım ben sevgili okuyucu/izleyici.
Ha şu 30 bölüm içinde “beğeni” üzerine söyleyeceğim hiç mi
söz yok? Olmaz mı? Ama zaten sen ülkenin en büyük yapım şirketlerinden biri
olarak, ülkenin en sağlam oyuncularıyla, sezonun belki de en büyük bütçesiyle
“Dağ fare doğurdu” bir işe imza atacak değilsin ya… Ben işin neden “muhteşem” olamadığına
takıldım. Yoksa içinde bulunduğumuz şu hassas ortamda, bazı çevrelerce linç
edilme riskine rağmen, ulusal bir kanalda, altına imza atarak böyle bir iş
yapmak, bunu ekrana getirmek bile bir cesaret işidir. Hoş, demirden korkan da trene
binmezdi zaten.
"Siz beni istersiniz de ben size gelmez miyim, hanimiş benim aslan yeniçerilerim"
Ya da Taner Ölmez’in bir an bile tereddüt etmediğim Genç
Osman performansına, Boran Kuzum’un asla birbirinin tekrarı olmayan ve her
defasında “bu kez nasıl delirecek” diye gözümü ayırmadan izlediğim
Mustafa’sına, her yazılanı yüreğinin süzgecinde damıtıp gözlerinden akıtan
Aslıhan Gürbüz’ün Halime’sine, küçük Çağan Efe Ak’ın büyük Şehzade Murat’ına
elbette ben de bayıldım. Ama baştan beri var olan ve dilimin döndüğünce
anlatmaya çalıştığım o kalbe dokunur hikâye eksiklikleri bana 30 bölümlük
yolculuğun büyük kısmında dedirtemediği gibi “muhteşem sezon finali” de dedirtemedi
işte.
Bu yazıda, dün gece ekrandaki “güzel gördüklerimi” sıralayıp
methiyeler düzmek, benim için riyakârlık olmazdı asla. Ancak yeni bir
başlangıcın müjdesini veren ve şu ara yeni rotasını çizen bu yapım için,
seyirci gözümden aklıma, yüreğime düşenleri söylemesem olmazdı. Yoksa amacım ne
“beğenmezlikler” deryası yaratıp egomu tatmin etmek, ne de bağcı dövmek. Emeği
geçen herkese saygı ve sevgiyle…