Birini sevmek demek yine
acı çekmek ve kaybetme riskine sahip olmak demekti. Bir kere sevdiklerini kaybetmiş
ve çok acı çekmişti. Yeniden aynı duyguyu hissetmemek adına etrafına kimseyi
yaklaştırmamak işin kolay yanıydı. Başka kapıları zorlamadan atmıştı kendisini
denize ve o çelimsiz haliyle karşısına çıkan dalgalarla savaşmak adına buz
şelalesi görünümüne bürünmüştü. Ama ne zamanki Defne’nin avuçlarına kalbini
koydu ve onun merhametine bıraktı kendisini; işte o zaman aslında başka
kapıların da olduğunu anladı. 38.bölümde Defne’nin “Artık yalnız değilsin, ben varım. Bundan sonra yanında hep ben
olacağım. Gülerken ağlarken elini hep ben tutacağım. Hiç bırakmayacağım.” sözleriyle
de belirttiği gibi artık tek başında değildi bu hayatta. Annesinin gidişiyle
boşalan hayatını Defne doldurmuştu. Defne “Benim
dışımda bir kız için yaptığın en romantik şey nedir?” dediğinde aklına tek
gelen kadının annesi olması da bundandı. Annesi hasta diye onu altı kat yukarı
taşımaktan çekinmeyen bir erkeğin bu kadar şahane bir şekilde Defne’yi sevmesi
kadar doğal bir şey olamaz. Hatta “Ömer İplikçi resmen sevmek için dünyaya gelmiş”
diyecek kadar iddialı konuşabilirim. Sadece onun bu şekilde eski sıcak Ömer
olması için sihirli bir değnek lazımdı, o da Defne’nin sevgisi oldu.

GÜNDEM 4: DEFNE İLE ÖMER’İN İKİNCİ BAHARI
23.bölümün finalinde
“güvenmiyorum” deyip gecenin karanlığında Sertab Erener’in Yalnızlık Senfonisi
şarkısı eşliğinde kaybolan Ömer’in arkasından “Hayat bize her zaman küçük oyunlar oynar. Bazen biz kurarız oyunu,
bazen de kendimizi başkasının kurduğu oyunun içinde buluruz. En zoru budur. Her
şey öyle yabancıdır. Bilmediğimiz kuralların, eğri büğrü rollerin içinde
kaybolur. İşte tam da böyle oldu. Bu rol büyük geldi bana. Hikayem yanlış
yerden başladı. Şimdi yeniden sil baştan başlayacak her şey, doğru yerden
olduğu gibi. Kendim olmaya, yeniden mucizelere inanmaya ihtiyacım var. Evet, bu
sefer başaracağım. Mucizemi kendi ellerimle yaratacağım.” diyen Defne
aşklarında başlayan bu yeni dönemde Ömer ile kendisine dair sayfalardaki tüm
yazılanları silmiş ve yeniden doldurmaya başlamıştı o boş sayfaları… Dile kolay
13 bölüm boyunca karşılarına çıkan her düzlüğü nasıl aştıklarına ve her engelin
sonunda birbirlerine daha da güçlü bir şekilde bağlandıklarına şahit olmuştuk.
Şimdi ikisi artık öyle bir evredeler ki; Ömer bir tercih yaptı ve Defne’yi
zorlamadan onunla her şeye rağmen olmayı seçti. Hatta bununla da kalmayıp Defne’nin
geçmişindeki tüm acı hatıraları yok etmeyi kendine amaç edinmiş durumda. Defne
ise sihirli dokunuşuyla kış uykusundan uyandırdığı Ömer’in buz şelalesi olarak
geçirdiği yıllar süresince yaşadığı her şeye yeniden farklı bir şekilde
bakmasını ve hayata dair kaçırdığı ne varsa onları doyasıya yaşamasını
sağlıyor. Kendisinin de yatakta “Ama
yanımda sen yoktun, şimdi seninle daha önce gittiğim neresi varsa hepsine yeni
bir gözle bakacağım ilk defa gitmiş gibi. Her şeyi birlikte keşfedeceğiz.” sözleriyle
dile getirdiği gibi. Hal böyle olunca da zamanında deliliğin dibine vuran ve
amcası tarafından sürekli karakollardan toplanan yaramaz Ömer İplikçi içerisine
bir beyaz atlı prens kaçmışçasına karşımıza çıkarak mahalleden kız kaçırarak
kalbimizi bir kere daha feth ediyor. Bize de “Yüz kere bin kere şanslıyım. İyi tasarımcısın, hem en iyi şefsin,
bence bundan da en önemlisi mükemmel bir sevgilisin.” diyen Defne’nin
mutluluğuna eşlik etmek düşüyor.
Ve daldan dala atladığım
bu haftaki yolculuğumda böylece son durağıma geliyorum: Bölüm boyunca birlikte
oldukları her an gözlerimden kalpler fışkırmasını sağlayan (İso’nun acısıyla
biraz gölgelendi ama olsun) Defne ile Ömer’in iki günlük ev sefasına. Bu gözler
daha ne görecek derken, her hafta daha doğal ve içten bir aşkla ikili karşımıza
çıkıyor. Aştıkları her engelle birbirine daha da yakınlaşan bir çift izliyoruz.
Tam “Bunlar işte şimdi tam oldular” diyorum, ardından başka bir şey oluyor ve
bir anda “zamanında bir şey eksikmiş şimdi tamamlandı” derken kendimi
buluyorum. Bir ilişkinin aşama aşama ne kadar yapayken bu kadar doğal bir hale
geldiğine daha önce hiçbir dizide rast gelmemiştim. Meriç Acemi bir oyunla
başlayan aşkı o kadar güzel ilmik ilmik işliyor ki; 2.sezon kararını
alınmasıydı bu aşka veda etmek hiç şüphesiz içimde bir burukluğa neden
olacaktı. Onların patron ile asistandan Ömer ile Defne’ye, Ömer ile Defne’den
biz olmaya, biz olmaktan bir olmaya giden yolculuklarını izlemek o kadar
keyifli ki seneye bu yolculuğun devam edeceğini bilmek cidden insanı çok mutlu
ediyor. Hissettiğim duyguları aslında bu hafta en güzel Koray dile getirdi: “Bugünleri de gördük. Demek evleniyorsun...
Gel sana bir sarılayım. Ah canım benim ah... Hep mutlu olun olur mu? Siz bunu
hakkettiniz. Aşkınız ne büyük badireler atlattı, ne büyük engelleri aştı, ne
sınavlardan geçti? Aşk dediğin engelli koşuya benzer.” Her ne kadar kendisi
bu sözleri evleneceklerini duyduğu Sinan ile Yasemin için söylese de, Defne ile
Ömer için dile getirildiği çok açıktı.
Aşk dediğin engelli koşuya benzer....
Pek bir sevdim bu lafı.
Bir aşk ne kadar çok engel aşarsa o kadar güçlüdür demektir. Defne ile Ömer’in
ise aştıkları tüm engellerin sonunda birlikte geleceğe dair hayaller
kurabildiklerini görmek çok güzel. Ancak en güzeli - herhalde tarihte bir
ilktir - isteme gecesi yenecek sarmaları damatla gelinin birlikte sarması. Yani
anlayacağınız onlar aslında o kadar “bir” olmuşlar ki, bundan sonra ayrı nefes
almalarının pek de mümkün değil. Bu nedenle yok Ömer dede olayına ne tepki
verecek, oyun çıktığında Defne’yi terk edecek mi diye telaşlanıp durmak yerine,
arkamıza yaslanıp mutlu sona gidecekleri yolda yaşadıkları güzel anların tadını
çıkarmak en güzeli. Roy Goodman’ın da dediği gibi:
“Mutluluk bir varış noktası
değil yolculuğun kendisidir.”

KISA... KISA...
- En çok hangi Defne ile
Ömer sahnesini sevdiğimi bilemedim. Hepsine ayrı ayrı yazı yazmak ise imkansız.
Akşam yatakta telefon konuşmalarına, Ömer’in “bizim için uğraşıyorsun”
demesine, Defne’nin sürpriz yapıp dolmalarla Ömer’e gitmesine, Koray kendi
kendine konuşurken “iki gün onda kalacağını” söyleyip şaşırtmasına, o sahnedeki
Ömer’in heyecanlı tepkisine, Defne’nin “sana geldim” demesine Ömer’in “hoş
geldin sevgilim” diye cevap vermesine, sarma saran Defne’ye Ömer’in bakışına,
bu sefer yatak odasına giden yolun engelsiz olmasına, yatakta gelecekte
gidecekleri yerlerin hayalini kurmalarına, Defne’nin her gün işe Ömer’i görmek
için gittiğini itiraf etmesine, mutfağa inmek yerine yatakta sohbet ederek
yemek yemelerine, Defne’nin Ömer’in annesine dair anlattığıyla üzülmesine,
üzülüp yanağından öpmesine, Ömer’in öpücük sonrası içten ‘oh’ demesine, ilk kez
Defne’nin istediği bir filmi izlemelerine, Ömer’in düğünün yakında olacağını
müjdelemesine, Ömer’in yemek yapmayı önermesine, mutfağa giderken Defne’nin
arkasından omuzlarını tutma şekline, mutfakta Defne’nin iyi yemek yapmaya dair
söylediklerine, Defne’nin “sevgilisi için evden kaçan Merve konumuna” düştüm
demesine, Ömer’in Defne’yi kaçırmasına, Defne’nin camdan dışarı çıkıp dünyaya
aşkını haykırırken Ömer’in suratındaki o ifadeye, Ömer’in Defne’ye
kıskanmasına, sabah kalktıklarında sakinleştirmek için sarılmasına ve kandırmak
için ona kolye almasına, Ömer’in elinde çiçek ve çikolata ile Defne’ye kapı
önünde bakmasına aşık oldum. Tekrar tekrar izleyebilirim.