Muhteşem Yüzyıl Kösem 29. bölümüyle bildiğimiz bir hikayeyi bildiğimiz, beklenen yoldan anlatmaya devam etti. Her an bir gelişme yaşandığı için, takip etme isteği uyandıran, olaylardan olaylara sürüklendiğimiz yüksek tempolu bir bölüm oldu.
Genç Osman'ın gerçekten ne kadar iş bilmez bir padişah olduğuna bir kez daha kanaat getirerek başladık bölüme. Hiç bilmiyorsun bu işleri Osman hiiiiççç. Koskoca padişahsın, yakışıyor mu sana askerin gözü önünde müzakere etmeler, bire bir tartışmalara girmekler? Her şeyin bir yolu yordamı var. Alırsın yeniçeri ağasını çadırına, herkesin bir fiyatı vardır neticede, konuşur çözersin. Lafa gelince "ben cihan padişahıyım" demesini biliyorsun da, bir yeniçeriyi yönetemedin, onu n'apacağız?
"Üzerimden güncel siyasi mesaj verilecek dedikoduları duyuyorum, zamanlama manidar, yalnız kendimi harcatmam!"
Hadi sen bilmiyorsun, o Lalan olacak Ömer Efendi de mi akıl edemiyor bunu? Ay aman zaten o adama ben olsam hiç güvenmem, Osman'cığım. Bak yarın öbür gün senden daha safını bulsa, hemen seni satar. Gel beni dinle. Yeniçeriler istemiyor falan ayağına onu da bir derdest ediver.
Şu sözlerimle, Osman'a sanki bir sempati duyuyormuş gibi görünsem de, aslında bütün sempatim Taner Ölmez'e. Yani o göründüğü ilk iki bölümdeki sevimliliği sonrası "evlat olsa sevilmez" bir adam oldu Osman. Sanki biz bu adamı pek böyle bilmiyorduk, ne dersiniz? Hiçbir zaman "ecdadımızı nasıl karalarlar" kafasında olmadım ama açıkçası şimdiye dek izlediğimiz çoğu karakterde olduğu gibi, Genç Osman'ın da saf kötü, beceriksiz ve acemi olmasından haz etmiyorum. Sorum hep aynı: Herkes mi kötü?
Asaletten öldü dersiniz^^
İskender'in ölümüyle Safoş'çuğumun artık hayattan hiçbir umudu kalmaması sonunu getirdi. Kösem'i ziyaret bahanesiyle gidip, ait olduğu yerde; Valide Sultan odasında, kendi eliyle ölmeyi seçmesi ise ondan beklenen efsane sondu. Kösem'e karşı yenilmeyi kabul edip Hürrem yüzüğünü Kösem'e teslim etmesi, sonra da içtiği zehrin etkisiyle, oturduğu yerde çizgisini, asaletini bozmadan, yavaş yavaş Bülbül Ağa'nın omzuna yaslanarak ölmesi harika değil de neydi? Ve elbette Safiye Sultan gözü açık gidecekti.
Yalnız hayatını bir film şeridi edasıyla Kösem'e anlatması yerine "Ben Safiye" diye başlayan bir son tiradını alırdık, üstelik biz Kösem gibi de ağız burun kıvarmazdık. Seni asaletinle, ama en çok içinde bitmek bilmeyen kötülüklerinle hatırlayacağız Safiye Sultan.
Bölümün ilk yarısına gelip de tam "Aaaa bu bölüm şehzade katletmeye meyleden yok mu" eksikliğini hissederken, Sinsirella Dilruba, Osman'ın oğlu Şehzade Ömer'le açılışı yaptı. Sonrası zaten bildiğimiz gibi: Kösem'in şehzadelerinin peşine düşmeceler. Şehzadeler bu defa da kurtulmayı başardılar neyse ki.
Yazı devam ediyor...