Muhteşem Yüzyıl Kösem, sezonun en iyi bölümlerinden biriyle
ekrana geldi bu hafta. Gelenek yine bozulmadı ve birkaç hafta boyunca “eh işte,
fena değil”lik bölümler izledikten sonra yine bütün gücüyle geri dönmesine
tanık olduk dizinin. Bazı ufak tefek tatsızlıkları yine barındırsa da bölümün
tadını ve güzelliğini baltalayacak şekilde değil de
“ah beee, burası da böyle
olmasaymış keşke, o zaman kusursuz olacakmış işte” diye hayıflandıracak türden
incilerdi bunlar. Sezon finaline iki-üç hafta bir zaman kaldığını düşünürsek
bundan sonra gelecek final bölümlerinin de çıtayı pek düşürmeyeceklerini ve en
azından bu hafta izlediğimiz 28. bölüm ayarında olacaklarını umut ediyorum.
Ben Sultan Osman...Padişahlığımın üçüncü senesinde helesi kendimle ilgili revizyona gidip, saç stilimi değiştirmeye karar verdim. Tam kardeş boğdurmalık oldu ^^ Yenilik, ıslahat iyidir. Şehzade Mehmet’in makus talihinden kaçamayarak, daha ne
olduğunu bile anlayamadan cellatların elinde can vermesini ucundan kıyısından
görerek başladık bölüme. Ucundan kıyısından diyorum çünkü iki
Muhteşem Yüzyıl’da
da şimdiye kadar izlediğimiz bütün idam sahneleri içinde kameranın, gözünü
yaşanan trajediden bu kadar açık seçik kaçırdığını ilk defa gördük. Yağlı
urganın Mehmet’in boynuna tam olarak dolandığını bile göremedik. Ne bir boğuşma
sesi duyduk, ne canhıraş feryatlar. Olabilecek en çabuk ve üstün körü şekilde
halledildi. Büyümüş haliyle dizide sadece sekiz bölüm yer alan ve aslına
bakarsanız böyle bir ölüm sahnesinde hakkında uzun boylu bir şekilde
üzülebilecek kadar tanıyıp sevmeye vaktimizin olmadığı bir karakter için belki
de böylesi daha uygundu. Fazla kanırtmadan bitirdiler. Zaten bu döneminde
Osmanlı’da kellesi giden gidene. Artık sarayın gündelik rutini haline geldi
böyle idamlar, maalesef son derece olağan şeyler. Yine de insan biraz daha boğuşma
görmek istiyor tabii.
Yazar bu kaftanı çok beğendi. Geçen hafta da resmini koymak istemişti ama uygun yer olmamıştı. Fırsat bu fırsat ^^
Bu arada dizi hakkında yazıp çizerken bahsedilecek o kadar
çok şey oluyor ki bazen sıra bazı detaylara ve isimlere yeteri kadar gelemiyor.
Şehzade Mehmet’i canlandıran Burak Dakak da onlardan biriydi. Oynadığı şu
kadarcık bölümde Mehmet karakterini çok başarılı bir şekilde canlandırdı. Daha
geçen bölüme kadar sürekli abisi Osman’a düşmanlık etmesinden ötürü nefretimizi
toplayıp bizi gıcık ederken de, buna rağmen uğradığı haksızlık sonucu bir anda
öldürülme gerçeğiyle yüzleştiği andan itibaren ister istemez üzerken de Mehmet’in
her halini çok güzel oynadı. Şimdiye kadar antipatimizi kazanan karakterin bir
bölümde masumluk timsali gibi gösterilip tersine bu ilişkide masum olan Osman’ın
haksız konuma getirilmesi tutarsızlık gibi görünse de en azından Mehmet açısından
durumun bir tutarsızlığı yok aslında.
Anasının kuzusu küsmüş de ağlarmış :)
Sıfatı şehzade olsa da en nihayetinde Mehmet annesiyle
babasından yeteri kadar ilgi göremediğini ve onlar tarafından sevilmediğini
düşünen, abisiyle rekabete girip onu zor durumlara düşürdükçe o görmek istediği
sevgiyi göreceğine inanan, bu nedenle şımarıklıklar yapan klasik bir çocuktu. İşin
ucunda kelleleri olsa bile Osman’dan gerçekten nefret ediyor muydu, o bile
kesin değildi. Karakterinin sırrı bu bölümde flashback olarak tekrar
hatırlatılan, annesi Kösem’le ağlayarak yüzleştiği o pek güzel sahnede
yatıyordu. Dakak’ın da dizideki en başarılı sahnesiydi bu. Küçük bir çocuğun
çocuksu kalp kırıklığını, anne ilgisine olan özlemini ve sevgi görme ihtiyacını
çok güzel oynamıştı. Ergen halleriyle zamanında ne kadar canımızı sıkmış olsa da sanırım ölümüne
yine de herkes üzülmüştür. Burak Dakak’ın yolu da bundan sonra açık olsun.
Ancak bölümün tatsızlıklarının en büyüğü de yine bu
sahnelerdi. Geçtiğimiz hafta başında yayınlanan bölüm fragmanını izleyip Beren
Saat’in tüyleri diken diken eden çığlıklarını duyunca çok daha gösterişli,
çarpıcı ve etkileyici bir idam sahnesi izlemeyi, Saat’in performansının da bu
etkileyici hikayenin zirve noktası olarak patlama etkisi yapmasını beklemiştim.
Maalesef böyle bir şey olmadı. Kusuru kendisine bulacağımı düşünüyorsunuzdur
ama hayır. Beren Saat bu hafta ve o sahnelerde gerçekten çok iyiydi. Diziye
girdiğinden beri en etkileyici performansını sergiledi. Ancak bu sefer de sahnelerin
kendisi haricinde kalan kısmı çok sönük ve baştan savma oldu.
N'ayır...O benim kardeşim değildi. Alçak bir haindi. Ben zalim değilim. O halde niçın ağlıyorum kuzum? Kirpiklerimdeki bu inatçı yağmur ne? Ağlamamalıyım, n'ayır :((
Bir kere Taner Ölmez’in idam sahnesindeki oyunculuğunun çok
yetersiz ve dahası çok da itici olduğunu düşünüyorum. Zaten göremediğimiz
boğuşma sahnesinin soğukluğuna ve acısına Genç Osman’ın yüz ifadelerinden tanık
olalım istemişler ama Ölmez’in sahne boyunca Yeşilçam filmlerinde ağlamaya
çalışıp bir türlü ağlayamayan, abartılı şekilde gözlerini kısıp açan aktrisler
gibi yapmacık bir şekilde gözlerini kırpıştırıp durması tek kelimeyle sahneyi
berbat etti. Sahneden duygusal anlamda etkilenmeyi şöyle bırakın resmen gülmemize
ramak kaldı. Aynı şekilde kardeşinin öldüğünü öğrenen Ayşe Sultan’ın tepkisizliği
de üstüne tüy dikti. Şehzade Murat’ı canlandıran Çağan Efe Ak’tan yaşı gereği
daha fazla bir şey bekleyemeyiz belki ama Ayşe Sultan’ın haberi aldığı ilk
andan hemen sonra gelen sahnesindeki
“hadi yaaa, kardeşimi mi idam ettiler,
ciddi misin?” tarzındaki olaya hiç hayret etmemiş, kardeşini kaybetmenin
yıkımını yaşamamış, bir anda bu durumu gayet de kanıksamış halleri de bir o
kadar iticiydi.
“Yahu canın gibi sevdiğin kardeşin öldürülmüş, vereceğin tepki cidden
bu kadar mı” dedirtti.
Ben daha napayım ulen, ben daha napayııııımmm?? Hiçbiri oynamamış bu çocukların, deli oldum deliiiii.
E hal böyle olunca, Beren Saat’in Kösem’in oğlunun cesedi
başındaki sahnede gösterdiği son derece güzel performans da ister istemez
olması gerekenden daha etkisiz kaldı zira kendisinin sahnesine gelene kadar
önceki bütün sahneler duygusal anlamda baştan savmaydı. Sadece Kösem’in o son
sahnesine ve Saat’in omuzlarına yüklenerek bütün bu idam olayından bir
çarpıcılık beklenmesi talihsiz bir karar ve dahası oyuncuya haksızlık olmuş.
Öncesindeki sahnelerin gerçekçilik duygusu çok daha güzel temellendirilmiş olsa
Beren Saat’in Kösem’in oğlu başında yaşadığı yıkım anlarındaki performansı da
çok daha fazla yerini bulur ve sahneyi çok daha fazla şahlandırırmış.
Acık nedamet getirelim kız Safiye. Anaların evlatlarını kaybetmesi çok üzücü bir durumdu, değil mi? Hep şeytana uydum ben de, pişmanım. Kösem saraya bir gelsin, en önce gidip ben sarılacağım :((
Bir şeylerin ters gideceğini Kösem gizli geçidin arkasındaki
duvarı yumruklarken her vuruşuyla sallanan, esneyen o plastik duvarı hiç beis
görmeden defalarca göstermelerinden hissetmiştim desem fazla ukâla görünmem
umarım. Hem de o duvar maketi dizinin 2. bölümünde Cennet Kalfa Anastasia’yı
oraya sertçe çarptığında içe doğru esnemesiyle zaten yeteri kadar göze batıp güzelim
setlerin gerçekçiliğini zedelemişken daha da beterini göstermek neden
anlamadım. Yine de gizli geçidin girişini kapatmak için örülen bir diğer
plastik duvar kadar kötü değildi. 30-40 tane ince kesilmiş gerçek tuğlayı
getirip üst üste dizmek ne kadar zor bir şey olabilirdi ki? Değdi mi yani onca
para harcanan setleri bu kadar yapay ve ucuz göstermeye? Sloganı “Creates Just
Good Content – Sadece İyi İçerik Yaratır” olan bir yapım şirketinin 60 tane
ülkeye pazarlanan en büyük marka dizisi için talihsiz seçimler bunlar.