Neyse ki bölümdeki görsel çiğlik bu kadarla sınırlı kaldı.
Geri kalanında resmen acısını çıkarttılar. 28. bölümün asıl yıldızı ne Beren
Saat, ne Burak Dakak, ne Vildan Atasever ne de başka biri değil, dizinin teknik
ekibiydi. Geçen haftaki yazımı sonlandırırken
“Genç Osman’ın saltanatı
zamanında yaşanan günlerce durmadan yağan kar ve çıkan yangınlar gibi tuhaf
doğa olayları ve afetleri de ölümünden önce gösterirler belki, hem görsel
olarak da çok şık durur” diye yazarken bu kadar muazzam bir şey görmeyi aklımın
ucundan bile geçirmemiştim. Şehzade Mehmet’in ölümüyle başlayan “bitmeyen kış”
sahnelerini izlerken tek kelimeyle büyülendim.

The Day After Tomorrow setinde sıradan bir gün. Özellikle Sultan Osman’ın tebdil kıyafetle payitaht sokaklarında
dolaştığı, ahalinin içler acısı haline tanık olduğu ve Kösem Sultan’ın
evsizlere yemek dağıttığı sahnelerde, dizide daha önce farklı farklı mekanlar
olarak kullanılan setlerin sert kış şartlarına uygun şekilde giydirilmesindeki
işçiliğin, görüntü yönetmenliğinin ve ışıklandırmanın, müzik kullanımının tek
kelimeyle “muhteşem” ve dünya standartlarında 1. sınıf bir çalışma olduğunu
düşünüyorum. Daha bile koyu, daha bile gri tonlarda olsa tadından yenmezmiş o
sahneler. Alın üstüne İngilizce dublaj yapıp yayınlatın, Türk dizisi olduğu bile
anlaşılmaz inanın. Buz tutarak donan İstanbul Boğazı’nın, Eski Saray’ın,
Sultanahmet Camii’nin karlar altındaki CGI çalışmaları da bir o kadar
başarılıydı. Emeği geçen herkesin eline, emeğine sağlık.

Oooo kızlar...Ateş başında yeni yıl partisi mi var? Açın bakalım biraları, geliyorum ^^
Bölümün toplam 52 dakikasını kaplayan bu kış sahnelerindeki en
sevdiğim detaylardan biri de 52 dakika boyunca harem olsun, sultanların
sarayları ya da ahaliye yemek dağıtılan aş evleri olsun, iç mekanlarda geçen
bütün sahnelerdeki ışıklandırmanın da kar-kış koşullarına uygun olarak beyaz ve
soğuk tonlarda olmasının unutulmamasıydı. Dediğim gibi daha bile karanlık ve
soğuk yapılabilirmiş hatta.
Muhteşem Yüzyıl gerçek mekanlardan çok setlerde
çekilen bir dizi olduğu için öykü gereği yaşanan doğa koşullarını bu setlere
her zaman çok iyi yansıtamayabiliyor. Dışarıda yağmur da yağsa kar da yağsa
setlerin ışıklandırmasında sarayların içine hep güneşli havaya uygun parlak
sarı tonlar yansıyacak şekilde çalışmalar yapılıyor ve dış mekan CGI’larındaki
hava durumuyla iç mekanlardaki ışık kullanımı birbirini tutmayabiliyor.

Şehr-i İstanbul'da 1621 yılında yaşanan dondurucu kışa ait kartpostallar TIMS Productions'ın arşivlerinde bulundu.
Kösem
özelinde bunun en akılda kalıcı örneği 11. bölümde vardı. Fahriye Sultan büyük
aşkı Mehmet Giray’la kaçmak için boğazdaki bir geminin içinde lapa lapa kar
yağan gri-beyaz boğaz manzarasını seyrediyordu ama kamera geminin içine
döndüğünde camlardan yağan kar görünmediği gibi Kadir Doğulu ve Gülcan Arslan’ın
yüzlerine de güneşli havaya uygun sarı tonlarda ışık yansıyordu. Haliyle 28. bölümdeki
kış sahnelerinde titizlikle çalışılmış bu detaylar ayrıntı takıntısı olan bir
seyirci olarak beni hayli memnun etti. Darısı bundan sonraki benzer bölümlerin
başına.

Her türlü yeniliğe, ıslahata açığım ama 4 karı alma geleneğini sonlandırmaya asla.
Genç Osman’ın saltanatı sırasında yaşanan diğer gelişmelerin
de kısa kısa ama yeterli bir şekilde aralara serpiştirildiğini gördük bu hafta.
Ahalinin Sultan Ahmet’in çıkardığını bildiği Ekber ve Erşed Kanunu’nu rafa
kaldırıp kardeşi Şehzade Mehmet’i idam ettiren, ikidir şeyhülislam Esat Efendi’yle
zıtlaşan genç sultan, bu defa da çooook uzun yıllardan sonra saray dışından,
özgür bir Müslüman kadınla evlenerek çıkıntılıklarına bir yenisini ekledi. Tarihte
de bu şekilde yaşanan bir durum olduğu için Akile Hatun’un diziye dahil
edilmesi ve bu evliliğin es geçilmemesi de sevindirici oldu. Seyircilerin bu
döneme dair görmek istediği bir detaydı. Ne kadar tarihi kurgu, o kadar
lezzet malum. Yalnız Yeniçeriler’le Osman’ın restleşmesinin altının biraz boş
kaldığını düşünüyorum.

Hem işinizi yapmayın adam gibi savaşmayın, hem de kazan kaldırıp yaygara yapın. Ne ayaksınız siz birader? Millet aylarca kıştan, açlıktan kırıldı. Siz ne ödemesinden bahsedersiniz? Kaldırırım olm sizin derneği, akıllı olun.
Dizi ilk başladığında Yeniçeri Ocağı’nda geçen sahneleri
güzel güzel gösterip giderken, reytinglerin düşük kalması sebebiyle
tarihi-siyasi hikayeleri bir kenara atıp yine harem içi kurgusal kadın
entrikalarına odaklanınca, işte tam da bu bölümlerde ihtiyacımız olan hikaye
altyapıları gibi önemli detayları hakkıyla yapılandıramadan bırakmış oldu. Genç
Osman’la Yeniçeriler’in Şehzade Mehmet’in idamı üzerine birbirlerine diş
bilemeye başlamaları dizi gereği yeterli gibi görünüyor ama aslında eksik.
Bildiğimiz üzere Osman’ın katledilmesinin sebebi Yeniçeriler’le yaşadığı
sürtüşmelerin üstüne ocağı kapatıp Osmanlı tarihinden kaldırmaya niyetlenmesi.
Ancak bu sadece Şehzade Mehmet’in idamıyla yolu yapılacak bir durum değil.

Ne diyo len bu tüysüz? Senin yaşın kadar savaş deneyimimiz var len bizim. Çok bağırıyon bakam sen, acık sus. Alırız paçanı aşağı.
O yüzyılda artık duraklama dönemine giren, kurumları ve
kanunları bozulmaya yüz tutan Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeniçeri Ocağı da
oldukça yozlaşmış, amacından sapmaya başlamış, askerlik dışı işlere müdahil
olmaya başlamış bir teşkilattı. Genç Osman asıl bu sebeplerden dolayı teşkilatı
kaldırmaya niyetlenmişti. Bu hafta izlediğimiz Lehistan (Hotin) seferinde
Yeniçeriler’in isteksiz savaşmaları, yeterli gayreti göstermemeleri sonucu Osman’ın
payitahta yenilgiye dönmesi de işin tuzu biberi olmuştu. Dizi Celali İsyanları’nda
olduğu gibi en baştaki bu Yeniçeri Ocağı hikayelerini de terk edip anlatmadığı
için şimdilerde Osman’la aralarında yaşanan restleşmenin tek sebebi Şehzade
Mehmet’in idamı gibi gösteriliyor.