Karanlığı getiren!
"O an belki nerede olduğunu bile bilmeyen bir serçe, gökyüzünde süzülmeye devam ederken hemen aşağısındaki elliye yakın askerden, onların silahlarından, birkaç tane kocaman zırhlı araçlardan haberdar mıydı? Ya da gördükleri ona bir şey ifade ediyor muydu? Bunları kimse bilemezdi..

Dakikalar boyunca havada süzülmeye devam ederken, bir yükselip bir alçalırken kendilerinden başka kimselerin olmadığı bu yerde beklemekten dolayı son derece sıkılmış olan askerlerin de dikkatini çekmeyi başarmıştı. Neredeyse bütün askerler gökyüzünde tek başına hareket eden bu kuşu keyifle izlerken, aralarından bazıları da kollarını iki yana açıp sağa sola koşarak onu taklit ediyordu, zamanın neredeyse akmadığı bu anlarda bu minicik hayvan onlara neşe kaynağı olmuştu..

Bir süre sonra karadan uzaklaşmaya başlayarak gökyüzünde ilerleyen bu ufacık kuş, o minik gözleriyle etrafa baktığında, uzaklardaki bir denizden beslenerek gelmekte olan ve toprağı yararak onun içlerine doğru ilerleyen masmavi bir kanal görüyordu. Genişliği birkaç yüz metreyi bile aşmayan, uzunluğu ise birkaç kilometreyi bulan bu su kanalı bir haliçti ve şehrin sahip olduğu tek sahil şeridi de bu su kanalının bittiği noktadan ibaretti. Bir süre daha bu kanalın üstünde uçtuktan sonra yön değiştirmeye başlamıştı, belli ki minik serçe geri dönmeye karar vermişti. Hızla karaya doğru yaklaşırken bazen neredeyse suya değecek kadar alçalıyor, sonra birden tekrar gökyüzüne doğru yükseliyordu. Birkaç dakika sonra ufukta yeniden gözükmeye başlamasıyla birlikte, onu önce sahildeki fenerin tepesindeki gözcüler fark etti..

Bir yandan kendilerine doğru belki yaklaşır umuduyla ıslık çalıyorlar, bir yandan da aşağıda ki askerlere parmaklarıyla onun geldiği yönü gösteriyorlardı. Hızla sesin geldiği yöne doğru ilerlerken, sahile yaklaştıkça kanalın üstünde sadece ufacık bir iskele olduğunu fark etmişti, ayrıca onun hemen biraz arkasında kalan şey de dikkatini çekmeyi başarmıştı.. Bu şey yerden otuz-kırk metre yükselen beyaz bir fenerdi. O sırada fenerdeki askerlerden ikisi ön taraftaki camdan ona doğru ıslık çalmaya başlarken, diğer ikisi ise arka taraftaki camdan dışarı doğru el çırparak onun dikkatini çekmeye çalışıyordu, o ise sesleri izleyerek onlara doğru iyice yaklaşmış ve fenerin etrafında turlar atmaya başlamıştı. Böylece bir ön taraftan bir arka taraftan geçiyor, ayrıca sanki onlara eşlik edermiş gibi sesler çıkartıyordu. Fenerdeki askerlerin bu minik gösteriden dolayı son derece mutlu olduğu belliydi, sahil şeridine yayılmış olan askerler ise bu sahneyi kahkahalarla izliyorlardı.. 

Bir süre sonra minik kuş yorulmuş olacak ki, fenerin etrafında dönmeyi bıraktı ve yavaş yavaş gökyüzünde süzülerek aşağıdaki askerlerin yanına doğru uçmaya başladı, ardından da onların ortasında bir yerde yere kondu. Neredeyse bütün askerlerin dikkatleri artık tamamen onun üzerindeydi, onu korkutmadan yaklaşmaya çalışanlar vardı, hatta askerlerden biri çantasında bulunan kumanyasından çıkardığı birkaç parça ekmek dilimini, onun yanında ufalamaya başlamıştı bile. Bütün bunlar yaşanırken uzaklardan yavaş yavaş şiddetini arttıran bir motor sesi duyulmaya başlanmıştı. Ancak, askerlerin ilgisi minik serçeye o kadar yoğunlaşmıştı ki bu ses hiçbirinin dikkatini bile çekmemişti..

Yaklaşık bir dakika sonra ise bir süredir yaşadıkları mutluluk, onları dikkatleri bu şekilde dağılmış olarak bulan komutanlarının bağırmaya başlamasıyla sona erdi. Bu bağırtı sonrasında bütün askerler koşa koşa hemen nöbet yerlerine geçerken, minik serçe ise çok korkmuş ve gökyüzüne doğru yükselmeye başlamıştı. Askerlerinin bir kuşun etrafında toplanıp bu kadar önemli bir günde ve görev başındayken, bu kadar sorumsuzca davranmasından dolayı son derece sinirlenmiş olan komutan ise hâlâ bağırmaya devam ediyordu. Hemen ardından hızını alamamış olacak ki silahını çekerek karadan gittikçe uzaklaşan minik kuşa mermi yağdırmaya başladı. Birkaç saniye boyunca kurşunların onu ıskalamalarına rağmen, onların sıcaklığını yine de hisseden minik serçe, en sonunda küçücük vücuduna saplanan bir demir parçası yüzünden artık kanat çırpamadı ve son gördüğü şey olan masmaviliğin içindeki karanlığa doğru hızla çakıldı..

Komutanlarının yapmış olduğu bu canilik sonucunda bütün askerlerin nutku tutulmuştu, ancak kimse bir şey diyemiyordu. Ayrıca, hepsi çok üzülmüştü ve keşke o serçeyi hiç görmeseydik diye iç geçiriyorlardı. Bu sırada komutanları ise sırayla onların yanına gidip bağırıp çağırmaya devam ediyordu, bu gergin durum bir iki dakika daha devam ettikten sonra komutanın sakinleşmesiyle sona erdi..

Bir süre sonra her şey rutin bir şekilde işlemeye devam ederken, fenerdeki askerler haliç tarafına doğru baktıklarında ufuktaki gökyüzünün giderek kararmaya başladığını görmüşlerdi. Önce yağmur bulutlarının yaklaştıklarını düşünüp umursamadılarsa da bir süre sonra o karartının git gide büyüdüğünü ayrıca iskelenin hemen önünde de bir girdap oluşmaya başladığını fark etmişlerdi. Bu son derece anlamsız olay karşısında ne yapacaklarını bilemediklerinden ötürü, hemen komutanlarına durumu izah etmeye çalışmışlar, ancak dertlerini anlatmayı bir türlü başaramamışlardı. Çünkü, komutan saçmaladıklarını düşünüyordu. Fakat, akan her saniyenin sonunda hem ufuktaki karartı gitgide büyümeye devam ediyordu hem de girdaptan çıkan simsiyah bir şerit sanki halici ortadan bölerek o karanlığa doğru uzuyordu, öyle ki bir süre sonra ufuktaki karartılar da neredeyse Güneş'i perdelemeye başlamışlardı..

Durumun gittikçe sarpa sardığını anlayan gözcülerden biri, bir kez daha telsize sarılarak komutanına durumu anlatmaya başlamıştı. Komutan gelenin olsa olsa bulut olacağını söylerken, gözcü ise gördükleri şeyin pek de yağmur bulutuna falan benzemediği konusunda ısrarcıydı. Ayrıca, komutana gittikçe daha hızlı dönmeye başlayan girdaptan ve onun sebep olduğu siyah şeritten de bahsetmişti. İşte bu söyledikleri, komutanın ilgisini biraz olsun çekmeyi başarmıştı. Bunun üstüne ne olup bittiğine kendi gözleriyle bakacağını söyleyen komutan ise sahilden yüz metre kadar içerideki karargâh çadırından çıkarak yavaş adımlarla iskeleye doğru yürümeye başladı. O iskeleye doğru ilerlerken, güneşin önü de gittikçe perdeleniyor, ufuktaki karartının sebep olduğu gölge de git gide sahile doğru yaklaşıyordu. Bu sırada fenerdeki gözcüler de sürekli ufka doğru bakmaya devam ediyorlardı. Gölgenin sürekli yaklaşması onları huzursuz etmekteydi, bu yüzden içlerinden biri görev yerlerindeki diğer askerlere tetikte olmalarını bildiren bir anons geçti..

Komutan ise yavaş adımlarla ilerleye ilerleye sonunda iskeleye kadar gelmişti, hızla iskelenin birkaç basamağını çıktı ve iskelenin sonuna doğru yürümeye başladı, mesafenin kısalması merakını arttırmıştı. Birkaç saniye sonra iskelenin sonuna geldiğinde ise inanılmaz bir hızla dönen girdabı gördü, ilginç diye düşündü daha önce hiç bu kadar hızla dönen bir girdap görmemişti. Gözlerini biraz daha uzağa diktiğinde ise halicin sularının siyah bir şeritin iki yanından git gide yükseldiğini ve şerit kısmının gittikçe dibe çöktüğünü fark etti. Bu görüntü birden onun ürpermesine sebep olmuştu ve tam o anda, o büyük gölge üstünden geçerek onun vücudunun arkasına kadar uzandı ve birden durdu. İnanılmaz bir görüntüydü, komutanın sırtına kadar her yer aydınlıkken, geri kalan her yer gölgeye hapsolmuştu. Komutan, bu işten hiç hoşlanmamıştı hatta korkmaya başlamıştı. Lâkin halicin neden git gide ikiye bölündüğünü ve neden aradaki karanlığın git gide derinleşip, bir girdapla birleştiğini merak ediyordu. Bunun yanında, girdabın hâlâ hız kazanıyor olması onun için anlaşılmaz bir şeydi..

Bütün cesaretini toplayarak yavaşça çömeldi ve iskeleden aşağı biraz sarkarak girdaba doğru elini uzattı, ama ona yetişemiyordu. Biraz daha cesaret gerekiyor diye düşündü ve daha fazla sarkarak iyice girdaba yaklaştı. Artık iyice yakınlaşmıştı, o sürekli dönen derin karanlığa gözlerini bile kırpmadan bakıyordu, birkaç saniye öylece hipnoz olmuş gibi bakmaya devam etti ancak sonra birden o karanlığın içinden bir şeyin ona doğru yaklaştığını gördü. Henüz birkaç saniye bile geçmemişti ki karşısına boyu iki metreye yakın simsiyah acayip bir şey dikilmişti, bunun üstüne komutan da irkilerek arkaya doğru savrulmuş ve kalçasının üstüne oturmuştu..

Kafasını hafifçe yukarı kaldırdığında ise, omuzlarından başlayarak ayaklarına kadar uzanan ve bütün vücudu sanki bir pardösü giymiş gibi karartılarla sarılmış olan o şeyi gördü, simsiyah saçları omuzlarına kadar dökülüyordu ancak yüzünü pek seçemiyordu, sanki bir şey onun yüzünü gölgeliyordu.. O sırada karşısındaki yaratık ise hafif hafif yükselmeye devam ediyordu, komutan korkuyla yavaş yavaş geri giderek ondan uzaklaşmaya çalışırken bir yandan da belindeki silahına doğru uzanmayı düşünmüştü. Fakat, karşısındaki yaratık ani bir hamleyle onu iki yakasından kavrayıp kendisine doğru çekti. Artık, burun burunalardı..

O anda yaratığın yüzündeki karartının bir kaç saliseliğine de olsa yok olduğunu fark etti, daha önce hiç görmediği kadar güzel bir insan yüzüyle karşı karşıya gelmişti. Yuvarlak hatlara sahip olan yüzünde, son derece düzgün ve küçük bir burnu, yüzüyle orantılı bir ağzı, hilal şeklinde kaşları ve uzun kirpikleri vardı, yanakları dolu doluydu, ancak yine de karartının altından ortaya çıkan ve hiçbir beyazlık içermeyen kapkara gözleri insanı ürkütüyordu, ayrıca saçlarının altında kalan kulaklarını da görememişti. Ancak, bütün bunlar gördüğü yüzün ne kadar olağanüstü bir güzelliğe sahip olduğu gerçeğini değiştirmeye yetmiyordu. Ama, gördükleri gerçek miydi yoksa bir hayal miydi bilemiyordu. O sırada iki eliyle birden yakasına yapışan yaratık onu ileriye doğru savurdu, havada oldukları için yere düşeceğini sanan ve çığlık çığlığa bağırmaya başlayan komutan ise bir iki saniye içinde tekrar bir şok yaşadı, çünkü sadece birkaç metre daha aşağıya kadar düşmüş ve havada asılı kalmaya devam etmişti..

Kafasını yukarı kaldırıp karşısındaki yaratığa doğru bakmaya başladığında ise onun da kafasını eğerek iri kara gözleriyle ona doğru baktığını fark etti ve ardından “Kimsin, nesin sen?” diye bağırdı. Herhangi bir cevap alamamıştı, bu sefer daha güçlü bir ses tonuyla “Ne istiyorsun benden?” diye bağırdı, ancak yine herhangi bir cevap gelmemişti. Bu şekilde birkaç saniye daha durduktan sonra inanılmaz bir acı hissetmeye başladı, sanki bütün vücuduna hançerler saplanıyor, etleri kemiklerinden ayrılıyordu. Canının acısı yüzünden var gücüyle çığlık atmaya başlamıştı, bu işkence birkaç dakika boyunca sürerken aynı zamanda da gökyüzüne doğru yükseliyorlardı. Maruz kaldığı işkence sona erdiğinde ise nefes alacak gücü bile kendinde zor buluyordu, yere paralel bir şekilde baygın gibi uzanmıştı. Ancak, hâlâ havada duruyordu. O anda kafasının içinde ise o sesi duydu “Merak etme, beni bir daha hiç görmeyeceksin” ve bunun üstüne inanılmaz rahatladı, bu rahatlama sonucunda kendinde yeniden bir güç bularak zorda olsa kafasını kaldırdı ve gözlerini açtı. Gözlerini açtığında yaratığın git gide ufaldığını gördü, gittikçe ondan uzaklaştığını düşünüyordu ancak aslında gittikçe uzaklaşan yaratık değildi, o sabitti, hızla aşağı düşen kendisiydi ama bunu fark edecek kadar bile gücü yoktu, birkaç saniye sonunda ise hızla o simsiyah girdabın içine çakıldı ve derinlere doğru giderek gözden kayboldu..

Bütün bunlar yaşanırken orada olan askerler ise hiçbir şey fark etmemişlerdi bile, çünkü bütün bunlar aslında zamanın çok çok yavaş aktığı anlarda yaşanmıştı. Komutana dakikalarca gelen bu zaman dilimi aslında birkaç salise anca sürmüştü, askerler sadece komutanlarının iskelenin sonundaki girdaba doğru gittiğini ve ona doğru eğildiğini görmüşlerdi, sonra birden komutanları yok olmuştu. Bu yüzden birkaç tanesi “Denize mi düştü?” diye düşünerek iskelenin sonuna kadar ilerledi, ancak artık ortada ne bir girdap vardı, ne iki yana ayrılan bir haliç, ne de güneşi gölgeleyen o büyük karartı. Şaşkınlıkla telsizlerinden kuledeki askerlere bir şey görüp görmediklerini sordular, ancak onlar da ne olduğunu anlamamıştı. O anda içlerinden bir tanesi ana askeri merkezdeki üstlerine durumu haber vermek için telsizinin frekansını değiştirdiği anda, gökyüzünde tekrardan o karartının oluştuğu fark edildi, hiçbiri bu karartının neden olduğunu anlamıyordu ve o sırada gökyüzündeki gölgelerin arasından onlara doğru hızla bir şeyin yaklaştığının da farkında değillerdi..

Sadece birkaç saniye sonra, ne olduğunu bile göremedikleri bir şey hızla yere çarptı ve inanılmaz bir titreşim o çevreye yayılarak hepsinin bayılmasına sebep oldu, aynı zamanda bütün haberleşme araçları bozulmuştu, telsizlerin, telefonların, radyoların, kulaklıkların hepsinden artık sadece cızırtı sesleri yükseliyordu. O ise çarpmanın şiddetiyle toprakta açtığı deliğin tam ortasındaydı. Delik toprağın dört beş metre kadar dibine iniyordu ayrıca çapı da yirmi metreden fazlaydı, yaratık yavaşça doğrularak ayağa kalktı, gözlerini gökyüzüne dikerek yerden yükselmeye başladı ve çukurun hemen ilerisinde tekrardan yere indi. O sırada gökyüzüne bakıldığında ise güneş neredeyse artık hiç gözükmüyordu, hem yeryüzüne hem de gökyüzüne karartılar hakim olmuştu. Etrafına bir süre göz gezdiren yaratık, yavaş adımlarla sahilden uzaklaşmaya başladığında ise büyük karartıların da onun peşinden ilerlediği görülüyordu..

Birkaç dakika boyunca bu şekilde amaçsızca yürüdü, sonunda gözlerini gökyüzüne diktiğinde daha önce haliçte oluşan siyah girdabın bir benzerinin de gökyüzünü kaplayan karanlığın ortasında oluştuğunu gördü. Yüzünde hafif bir tebessüm meydana geldi, yerden yavaş yavaş yükselirken birden o ana kadar kimsenin görmediği büyük siyah kanatlarını açtı ve gökyüzündeki girdabın içine büyük bir hızla dalarak gözden kayboldu. Onun gidişiyle beraber güneşi perdeleyen büyük karartılarda sona ermişti.." *

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER