Kiralık Aşk: Aşkların En Güzeli
"Dertler benim olsun" diyen Defne'leri seviniz.
Kiralık Aşk’ın garip bir büyüsü var. İzlerken kendimle savaşıyorum. Bir yanda masalları seven ve her daim inanan ben, diğer yanda masalda bile mantık arayan başka bir ben. Bu bölümün finalinde de bu çok tanıdık ama her seferinde aynı etkiyi yaratan garip duygu geldi çattı. Bir türlü nereden başlayacağıma, hangisinin ağır bastığına karar veremedim. Tahterevallinin iki ucunda da oturmaya çalışacağım, dengeyi tutturabilmek de en büyük dileğim... Bir de tabakta sevdiği kurabiyeyi sona bırakıp önce diğerini yiyenlerdenim. O nedenle masal kısmını sona bırakıyorum, ilk olarak dan dun isyan edeceğim.

Fragman ters köşeliydi, kabul. Fakat ters köşeden kastım, olayların sırasının belli olmayışındandı. Yoksa aman neymiş Ömer mektubu okumuş, Defne intihar etmiş, falan filan. Affedersiniz ama  bir yıldır “aşk öyle bir mucizeee” jeneriği ile başlayan dizide intihar olacağını düşünmek ne bileyim.. Ah bitmeyen arabesk ruhumuz.


"Gitmee yoksa atlarııım en yakın köprüdeeen"

Yaşanmayan olaylardan gereksiz gerilim yaratmaya çalışmak.. Hayatımda izlediğim en “Ben bir kabusum ama, neden çekildim en ufak fikrim yok” diye bağıran sahneydi. Lisede en nefret ettiğim konulardan biri fizik dersindeki askıda kalan cisimlerdi. Oldum olası askıda kalan, belirsiz şeylerden haz etmedim. Misal geçen hafta Ömer’in gereksiz tripleri nedenmiş ve nasıl hallolmuş? Senarist-izleyici ilişkisinin en sevmediğim evresi Kiralık Aşk için çoktan başladı. Başlarda bizlere sunulan, acemilik çektiğimiz ama kapılmak istediğimiz bir dünya kuruluyor. Hatta biz de Kiralık Aşk dünyasını öpüp kalbimize gömdük.  Sonrasında ise kurgulanmış dünyaya bakış açımız farklılaşmaya başlıyor. Bu da pek doğal tabii..

Sorun seyirci istekleri, senaristin çizgisi değil. Hatta kendini aşmış genişlikte bir izleyici olarak, senaristin tüm isteklere kulak asmasından hoşnut değilim, büyünün bozulduğuna inanıyorum. Benim derdim, seyircinin aptal yerine konulması. İnanın bunu hissedebiliyorum. 47 bölümdür artık gına getiren sırdan tutun da, gün geçtikçe karakterinden şüphe ettiğim bir Defne, sabır taşı parça pinçik olması gereken dağ gibi bir İplikçi var. Ve havada kalan cevaplanmamış milyon tane soru. Okunmayacağı bilinen mektup uğruna bomboş sahneler, saçma kabuslar izledik. Çok mu gerekliydi? Cevap evetse, keşke farklı şekilde izleseydik. Defne’sini neyin mutlu edeceğini çok iyi bilen yerli Ömerler, Ömer’ini ailesi yapmış Defneler, bunlar çok güzel. Fakat artık bu oyunun en acil şekilde bitmesi gerekiyor. 47 haftada işlenebilecek kadar işlendi. Sonra da insan düşünmeden edemiyor, “Bunca haftadır bir arpa yolu boy almayan dizi ikinci sezonda neyin ekmeğini yer?” diye.

Mektubun ekmeği daha kaç bölüm giderdi diye daralıyordum ki var ol Şükrü Abi! Şimdiye dek uşaklar hep katil oldu, artık yeni bir akım var: Şoförler kahraman! Şükrü Abi geçen hafta azıcık kulaklarını çınlatmış olabilirim fakat sen büyüksün! Bir an “Mektubu kimin okuduğunu da göremeyiz” diye düşündüm. Hata bende, o dolma parmaklardan tanımalıydım. Mektup da ne mektupmuş! Dolaşmadığı el, hoplatmadığı yürek kalmadı, sonunda doğru şekilde imha edildi. Olayın ciddiyetine gelelim. Dikkat ederseniz sırrı bilenlerin oluşturduğu zincir gün geçtikçe büyüyor. Artık herkes potansiyel risk. Bomba kimin elinde patlayacak merak içindeyim ama Şükrü Abi bugün ufaktan bir spoiler verdi gibi. Şöyle ki, İplikçi’nin sadık kulu bile Defne’nin Ömer’i üzmeyeceğini biliyor ve ona güveniyorsa, bizim iş o kadar da zor değil.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER