Sen doğum günü hediyem misin?
“ Ufak, unutulmuş detaylarla; en umulmadık, saçma ve kimselerin anlamayacağı sebeplerle mutluluktan ağlayabiliyorsanız, iyi ki doğmuşsunuz 

Bir sabah – ama herhangi bir sabah değil, o doğduğunuz günün sabahlarından birinde, misal benim gibi bir 6 Eylül'de – uyanırsınız, ve içinizden bunu yazmak gelir. Daha doğrusu, 140 karaktere bu kadarını sığdırabilmişsinizdir. Halbuki içinizden, Facebook sayfanıza gece 12:01 itibariyle yapıştırılmış bulunan “Ryan Gosling’in baklavaları üzerine ‘Hey Girl! Happy Birthday!’ yazılı caps"e, Twitter’dan size yollanmış olan “göz kırpan Harvey Specter gif"ine ve Whatsapp’ınızdan da eksik edilmemiş olan “çapkın gülüşlü Don Draper fotografı”na bakıp bakıp, ne yapacağınızı şaşırdığınız için, tek çare olarak gülmek gelmektedir. 

Gülerken ağlamak istersiniz sonra, çünkü elinizde tuttuğunuz şey, başka kimselerin elinde tutamayacağı bir şeydir. Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, dışarıdan görüldüğü kadarıyla ise son derece anlamsız ve hatta lakayt olan bu şey; sizi siz yapan küçük detayların bir toplamıdır aslında. Sevmek, sevdiğiniz insanın küçük detaylarını sevmektir zaten. Onu küçük, anlamlı-anlamsız detaylarıyla sevmek. Onun bayıldığı filmleri, başından kalkamadığı dizileri, “çok tatlı değil mi ama?” diye sizi ekseriyetle sinir ettiği ve bundan sonra da hep edeceği birbirinden “janti” kurgu karakterleri bile sevmektir. Garipsemeden, gocunmadan, kıskanmadan veya yadırgamadan. Çünkü... çünkü sevmek. Bu kadar kısa ve net.

Ömer de Defne’yi böyle seviyor işte. Böyle sevmeyi öğrendi. Kısa ve net. O yüzden zamanında “hiç sevmem ben böyle işleri” diye etiketlediği, pastasından merasimine, hatta “dilek tutup mum üfleme” ritüeline kadar burun kıvırdığı o “doğum günü”nü; belki hayatında ilk defa bir “doğum günü” gibi kutluyor. Yanınızdan geçse cool’luğundan tüylerinizi kuvvetle muhtemel diken diken edecek o asil, kapkara bir kartalı andıran Maserati (veya asil, “nam-ı diğer kömüş” the-elite-model-look Ömer İplikçi -  artık siz seçin) bir akşam rengarenk balonlara süslenmiş halde mahalle yollarında görünüveriyor. Ama garipsemiyorsunuz. Hiç Ömer değil halbuki. Ama olması da gerekmiyor. Çünkü son derece Defne. 

“İyi ki doğdun.” Bunu uyuyan güzelin kulağına fısıldayan, beyaz atlı prensten başkası değildir. Ama bir Mayıs günü iyi ki doğan; ve beyaz atlı prensin o siyahlardan ve beyazlardan oluşan hayatına da bir yaz sabahı “iyi ki doğan” o rengarenk prensesten başkası değildir işte... O nedenle bu iyi ki doğdun, Ömer’den çok Defne’ye aittir. Onun kadar cıvıl cıvıl, onun kadar rengarenk, onun kadar uçuşkan ve onun kadar havai...

****

Sen doğum günü hediyem misin? 
Diyelim ki hoş geldin. 
Peki beni çok sevecek misin? 

Evet Defne. Ben vereyim bunun cevabını. 
Evet. 

O rüyadaki gibi değil ama. 
Gerçekteki gibi. 

****

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER