“Sen ablamın beyaz atlı prensesin. Hem o
masallardakine de benziyorsun.”
Ne de güzel söyledin
ekmek arası... Kendisi bu bölüm 10 numara 4 yıldız bir beyaz atlı sinyor
olduğunu dünya aleme kanıtladı. (Bir yıldız kırdım, nedenini sonra açıklayacağım.)
Kendisi hakkında bildiğiniz gibi azıcık şüphelerim vardı ve beni Defne’ye layık
olduğuna ikna etmesi gerekiyordu. Birkaç cümlesiyle kalbimi tam on ikiden vurdu
ve Serdar gibi ben de ikna oldum.
“Bir varmış, bir yokmuş”
ile başlayan “Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” diye sona eren masallara olan
tutkumu bilmeyen yoktur. Zaten bizim neslin hayalindeki erkeği bulmakta zorluk
çekmesinin en büyük nedenlerinden biri de bu masallardaki beyaz atlı prensleri
beklememizdir. Ama işte bazen o prensler hiç beklenmedik anda, en büyük
acılarımızı yaşarken gelirler. Beyaz atlı prens deyince hemen aklına hiç hatası
olmayan tek kelimeyle mükemmel olan bir erkek gözümüzde canlanır. Oysa onların
da kendilerine acı veren bir geçmişi, törpülenmesi gereken sorunları vardır.
Ama işte masallardaki kadın karakterlerin hayatlarına hiç ummadıkları anlarda
aşklarıyla öyle bir dokunurlar ve onları içinde bulundukları kötü durumdan
kurtarırlar ki, bir anda beyaz atlı prense bürünürler.
Sonuçta hepimizin bildiği
gibi üvey annesinin yıllarca kendine çektirdiği acılardan sonra yediği elmadan
zehirlenen Pamuk Prenses, Prens Florian tarafından bir öpücükle hayata geri
döndürülmüştü. Prens Henry’nin köy köy dolaşarak elindeki cam ayakkabının
sahibini arayarak Külkedisi’ni bulmuştu. Cam ayakkabıyı giyerek prensin
kalbindeki kadın olduğunu kanıtlayan Külkedisi kendi evinde hizmetçi olarak
çalışmaktan kurtularak sarayın yeni prensesi olmuştu. Maleficent’in yaptığı
büyü yüzünden 16 yaşında ömür boyu uyumaya mahkum olan Aurora, Prens Philip’in
öpücüğüyle uyanmıştı. Küçük yaşta bir cadı tarafından ailesinden alınan ve 18
yaşına geldiğinde çok güzel bir kadın haline geldiğinde ormanın ortasında bir
kuleye hapsedilen Rapunzel, Flynn Rider tarafından bu kuleden kurtarılmıştı.
Tüm bu peri masallarına
baktığınız zaman bu beyaz atlı prenslerin ortak yanı bir kendi halinde yaşayan
kızları içlerinde bulundukları kötü durumdan ve hayattan kurtarmalarıydı. Ve
şimdi Ömer de aynı görevi üstlenerek Defne’ye yepyeni bir vaat etmek adına
annesinden yadigar olan yüzüğü parmağına takıp aynı yöne doğru beraber yürümek
istediğini dile getirmişti. Üstelik bununla da kalmamış Defne’nin derdini kendi
derdi haline getirmişti. Bu konuda ağzından çıkan her söz birbirinden
etkileyiciydi.
Önce Defne’ye “Defne sen benim karım olacaksın, bunun
eyvallah demekle ne alakası var. Tabii ki bir sorunla karşılaşınca beraber
halledeceğiz. Tabii ki senin derdin benim derdim.” dedi; ardından Serdar’a “Satın almadan önce konuşmalıydık belki,
danışmalıydım ama Defne böyle bir şeyle uğraşırken hiçbir şey yapmadan öylece
durmak ne bileyim başka yolum çarem yoktu.” açıklamasını yapıp eklemişti: “Biz Defne ile kendi tarihimizi yeniden
yazacağız. Onun ne kadar kötü anısı varsa ben unutturacağım.”
SİL BAŞTAN, BAŞLAMAK GEREK
Geçmişi silmek... Kendi
tarihlerini yeniden yazmak... Ne kadar iddialı cümlelerdi. Ama işte Ömer öyle
bir dile getiriyordu ki bu sözleri insanın içinden inanmak geliyordu. Defne,
Ömer’in en acı gününde elinde pazı sarmalarla evin ışıklarını açıp içeri
girdiğinde “Burada olmam gerektiğini
düşündüm. Bugünün ne olduğunu, senin için ne anlama geldiğini biliyorum. Bundan
sonra 15 Mart’ta pazı dolması yapacağım ve sonra ışıkları açıp akam birlikte
izleyeceğiz. Sonra sen annenle ilgili anılarını anlatacaksın. Ben ‘bunu anlatmıştın
falan’ demeyeceğim. Acı tatlı ne varsa sabaha kadar konuşacağız. Sonra sarılıp
uyuyacağız, yine birlikte. Sabah uyandığında yine yanında ben olacağım. Çünkü
artık yalnız değilsin BEN VARIM. Bundan sonra yanında hep ben olacağım,
gülerken ağlarken ben tutacağım. Hiç bırakmayacağım.” sözlerini sarf ederek
ve bugüne kadar her türlü davranışıyla Ömer’e ne kadar kötü anısı varsa
unutturmuştu. Her sendelediğinde elini uzatmış, elinden ne geliyorsa onu
yapmıştı. Koleksiyonu kısa sürede hazırlaması için motive etmişti, İtalyanların
resepsiyonuna hazırlamıştı, Passionis zor duruma düştüğünde ona kötü günlerin
bir gün iyi günleri getireceğini söyleyerek teselli etmiş, Tranba’ya
koleksiyonunu verdiğinde ise ‘sen en iyisini bilirsin’ demekten çekinmemişti.
Defne, Ömer ile aralarının en kötü olduğu dönemde bile Ömer’in yanı başında
elini tutuyordu. Tutmaktan bir an bile vazgeçmemişti.