Beyaz atlı Sinyor İplikçi

ÖMER İPLİKÇİ MAHALLEDE

Defne’ye onun hayatına dair sorular sormayan, mahalleye pek ziyaret etmeye gitmeyen ve sürekli Defne’yi kendi hayatına dahil etmeye çalışan Ömer’e nedense içten içe kızıyordum. Biliyordum bir yandan Meriç Acemi’nin daha zamanı gelmediği için benim istediklerimi Ömer’e yaptırmadığını ama yine de kızmaktan alıkoyamıyordum kendimi. Aralarındaki sınıf farkı bazı anlarda çok göze batırılıyordu. Oysaki o muhteşem sinyor İplikçi tüm mal varlığını reddetmiş ve bir yıl soğuk bir handa atölyede yaşamış biriydi. Öyle burnu pek de kaf dağında olan biri olması pek mümkün değildi. Bilerek bu hava bize yaratılmıştı. İçimden bir his hep atölyenin mahalleye taşınmasının bir anlamı olduğunu söylüyordu. Ömer’in geçmişi Defne’nin yaşadığı mahallede yeniden kök salıyordu. Onun tüm yaşadıklarını unutmak istediği mekan, şimdi çekirdek takımının dertleşme adresi haline gelmişti. Atölye, Ömer ile mahalle takımının birleşme noktasıydı. Ve orası hiç şüphesiz önümüzdeki günlerde birçok olayın yine çözüm noktası olarak karşımıza çıkmaya devam edecekti.

45 bölümdür her zaman Ömer bize çok yalnız biri olarak lanse edilmişti. Daha ilk bölümde Defne ustanın atölyesinin kapısında “Belli yalnız biri olduğu... Aman çok şükür benim ailem beni çok sever. Ben de onları çok severim. Öyle şahane insanlar değil ama biz birbirimizi çok severiz.” demişti, daha sonra ise yine 4.bölümde Esra ile Ömer’in sohbetinde Ömer, “Ablanız çok şanslıymış. Benim ailem yok. Akrabalarım falan var ama eve gelince beni karşılayacak kimse yok.” demişti. Evet, belki Ömer yalnız biriydi. Ancak bu kendi seçimiydi. Akrabaları olmasına rağmen onlara sırt çevirmiş ve ailesini kaybetmesiyle birlikte kurban rolünü oynayarak rüzgara karşı tek başına savaşmayı tercih etmişti. Ancak daha önce “biz” olmakta zorlanan Ömer’in aslında aile olmayı Defne’den daha iyi bildiğini bu bölüm fark ettim. Daha doğrusu aile değil de, karı-koca olmayı. Sonuçta çoğumuzun unuttuğu bir şey var ki; Ömer 18 yaşına kadar birbirini çok ama çok seven ve aşkları için ailelerini bile karşılarına alan bir anne ve babayla yaşadı. Bir karı-kocanın neler paylaştığını, hangi konularda fedakarlıklar yaptığını, karı-koca olmanın ne demek olduğunu bu nedenle hiç şüphesiz Defne’den daha iyi biliyordu. Defne hiçbir zaman birbirine destek olan ve seven bir çift görmemişti evinde. Onun örnek alabileceğini bir ebeveyn yoktu. Defne’nin bildiği iki şey vardı. İlki onu en çok seven insanların bile başka bir fırsat karşılarına çıktığı zaman o büyük sevgilerine rağmen terk edebildikleriydi. Sevgi bile terk etmeyi engellemek için yeterli değildi. İkincisi ise seni en çok sevenler bile gün gelip gidebildiği için tek başına ayakta kalabilmeyi başarmak.
 
Defne ile empati yapmaya çalışırken bunları hep aklımızın bir kenarında bulunmamız gerekir. İnsan bir kere alıştı mı, eski hayatına dönmekte çok zorlanır. Defne önce babasının gidişine alıştı, ardından da annesinin. Üstelik bunlara alışmakla yetinmedi bir de hiçbir zaman sevdiği işi yapamayacağını kabullendi. Ailesine bakmaktan başka bir çaresi olmadığını bile bile hayatına devam etti. Ona yardım edecek kimsesi yoktu. Bu nedenle onun kafasında hep “Kimseye sırtını dayamamalısın çünkü sırtını dayadığın bir gün bırakıp seni gidebilir” düşüncesi var. Nasıl Ömer annesinin öldüğü günü tek başına geçirmeye alışmışsa, Defne de ailesinin başına gelen tüm sorunları tek başına çözmeye çalışmış. Düşmüş kalkmış ama bugünlere gelmiş. Sinan’ın basketbol sahasında söylediği sözler işte bu nedenle anlamlıydı, aynen Defne’nin ilk gün Ömer’e sarf ettiği “Alışmaktan belki, sana, iyiliğine… Bundan sonra hayatımın daha kolay ve güzel olmasına. Ve bir gün seni kaybedersem kendi ayaklarımın üzerinde duramamaktan korkuyorum.” sözleri gibi... İki haftadır fragman yorumlarımda Defne’nin 38.bölümde Ömer’e söylediği “ben varım” sözlerinin bir yansımasını beklemiştim Ömer’den... Ancak Meriç Acemi, Ömer’e direkt bu sözleri sarf ettirmek yerine Defne’nin arkasından ilk önce iş çevirip Ömer’e gizlice evi aldırmayı tercih etmişti. Ömer’in sevdiği için kendi kurallarının dışına çıkması cebimizde kar kalırken, bu sözleri sarf etmesi için de ortam yaratıldığını bu bölümde hem Serdar hem de Defne’nin konuşmalarından fark ettim.
 
Zaten Serdar’a tüm içtenliğiyle “Amacım senin yerine geçmek Defne’nin ağabeyi babası olmak değil ama ben Defne’nin eşi olmaya adayım biliyorsun. Biz artık iki kişi olacağız. Tabi diyorsun ama bana anlıyorsun gibi geldi. Ben Defne ile bir aile kurmak istiyorum. Senin ve Nihan gibi. Biz olacağız. Burası, Passionis, ben, benim olan her şey Defne’nin.” Şu sözleri sarf eden Ömer’den de başka türlüsünü beklemem. Belki o an terasta mektuba olan sinirinden anlamamıştı, ancak o atölyenin kapısına gelen Ömer’in Defne’nin içinde bulunduğu bu duygu karmaşasını anladığını gördüm. Üstelik bu bölümde emin olduklarım bununla da sınırlı kalmadı. Bilirsiniz her hafta sıkılmadan oyun sırrının Ömer ile Defne üzerinde hiçbir olumsuz etki yaratmayacağına inananlardanım. Evet, Ömer ani bir tepki gösterecektir ilk başta ama hemen kafasında Defne’nin bıraktığı ipuçlarını toparlayıp onu affedecektir diye düşünüyordum. Bu bölüm dile gelen iki cümle bu düşüncemi onaylar nitelikteydi. İlki Ömer’in Defne’ye kızarken “Başına bir şeyler geliyor, hayatında bir şeyler oluyor ama ben ne bilmiyorum. Çünkü hiçbir şey söylemiyorsun. Tamam farkındayım kötü bir niyetin yok ama neden hep uzaksın, neden hep bir şey var?” demesi, diğeri ise Necmi’nin Defne’ye “Bunca şey yaşadınız, sen defalarca Ömer’in kalbini çaldın, bu saatten sonra affedecektir, affedilmesi lazım.” Sözlerini dile getirmesi.
 
Neden mi? Öncelikle Ömer artık Defne ne yaparsa yapsın kötü niyetinden yapmadığını çok açık net bir şekilde biliyor. Defne’yi tanıdı. Oyun olayını öğrendiğinde de içinde bir art niyet aramayacaktır. Ayrıca Necmi’nin bile Ömer’in Defne’yi affedeceğini düşünmesi beni çok mutlu etti. Haklı adam. Bu kadar olay yaşandı ve hala Ömer, Defne’nin yanında bir seçim yaparak. Affetmesi lazım. Başka türlüsü olmamalı. Ancak şu anda hazır mıyız? Nihan’ın dediği gibi önce seyirciyi hazırlamak lazım. Defne de bizler gibi hazır değil. Bu mektup olayı ve Defne’nin yaşadığı karmaşa, sırrın ortaya çıkması için atılan bir adımdı. Benim tahminim Defne’nin oyunu anlatmasından yana... 47.bölüm ile birlikte Ömer, Defne’ye bir rüzgar estiğinde hemen gitmeyeceğini kanıtlayacak. Defne buna inandığı zaman ise yeniden sıfırdan başlamak adına kendisi tüm çıplaklığıyla anlatacak gerçekleri. Onlarınki gibi bir aşkta bu gerçeği anlatmak bence Defne’ye düşer. Ancak onun bunu yapması için Ömer’in onu hazırlaması lazım. Ve sanki Meriç Acemi bu konuda bir tuşa bastı bile...
 
Ben artık ne olursa olsun hiçbir şeyin ayıramayacağı bir aşk izlediğimizi düşünüyorum. Belki dile gelenler ve yaşananlar farklı şekillerde bile olsa hala aynı gibi görünse de, köprünün altından çok sular geçti. Düşüncelerini dile getirmekten korkmuyorlar, Defne kızmasına rağmen gitmiyor. Eski Defne olsa o teras konuşmasından sonra ofisi terk edebilecekken o kalıp toplantıya girmeyi tercih etti. Eski Ömer’in akşamın bir saatinde Defne’yi sormak için mahalleye gelmeyeceği gibi... Ortadaki sorun fil gibi hala ortada ancak onlar bu aşkla o kadar değiştiler ki, sorun aynı olsa bile sonuç bambaşka olacak. Bu nedenle tavsiyem sizlere mucizesini yaşamış Defne’nin tüm olayları gelecekten anlattığını unutmamız. O bu hikayeyi anlatırken hepimizin hayal ettiği o mutlu sonu yaşıyor. Bizler ise o sona doğru giden yoldaki tümseklere karşı savaşlarını izliyoruz. Her aştıkları sorunla birbirine daha çok bağlayan iki insanın aşkını...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER