Romantizmden ziyade eğlenceye yol
açan, Sinan’ın hazırlattığı son derece klişe ve banal “balayı odası”
konseptinde tek eksik kuğu şekli verilmiş havlulardı, ki evlerden ırak. Ancak
onun dışında bizim çifte vuslatı hatırlatan her türlü detay itinayla
konulmuştu. Neyse ki bu zorlama konsept beklenen ön balayı yerine, Defne’ye aşk
ve özgüven yüklemesi yapılmasını sağladı da Defne gibi bizim de yüzümüz güldü.
Peki ne oldu da “istemem,
istemem’” diye omuz silken Defne toparlanıp, aşağıya kendine güvenir şekilde
iniverdi? Başına duş başlığı mı düştü acaba? Bizim kız çocuğu, “topal Defne”
işte, düşe kalka öğreniyor. Kırk yılın başında bir denediği trip atma yöntemini
beceremeyince tam bir yetişkin kadın gibi indi aşağı ve bizzat “kendisinin” bu
hayata, bu şirkete ve Ömer’e “denk” ve “eş” olduğunu ispatladı. Sen kendine
değer verdiğinde, herkes de pozisyonunu ona göre alır, kimse sana paspas muamelesi
yapmaya cesaret edemez. Gerçekten de onlar bu işte! Birbirlerini tamamlayan,
yan yana olmaktan gurur duyarak el ele yeni hayatlarına doğru yürüyen cool
İplikçiler!
Ömer’in net ve acıtıcı cevabının üstüne,
Galo konusundaki yersiz yakıştırmalar tuz biber ekmişti. Çünkü bugüne kadar,
Defne’nin tercihiyle, bu ilişki gizli saklı kaldı, Defne kendini hep geri
planda tuttu. Ömer’e en çok yakışanın kendisi olduğunu sadece kendisinin
bilmesi Defne’ye yetmedi bu aşamada. Hislerimizi, güzel temennilerimizi bizim yerimize
dillendiren maşallahçı teyzenin söylemediği, ancak Defne’nin tamamladığı
cümlelerde saklı aslında işin formülü. Gönül almayı bilin… Demek ki
kıskançlığının yakıcılığı geçtikten sonra Defne’nin sakinleştirilmeye, gönlünün
alınmaya ihtiyacı vardı. Çocukça biraz belki ama Ömer de “sen yeter ki çocukluk
yap, gönlümde salıncağın hazır” diyenlerden zaten. Yoksa Defne’nin
sakarlıkları, “şapşallıkları” onu bu kadar güldürmezdi.
Güller ve dudaklar şimdi...
"Sana sevgim
şımarık bir çocukmuş,
her düştüğünde
zırıl zırıl ağlayan.
Büyüyüp bana
sımsıkı sarıldığında anladım”**
Defne’yi sakinleştirmenin yolu da
aleniyetten geçiyormuş demek ki. O, her daim Ömer’i ve zekasını herkesin içinde
pohpohlarken, Ömer’in, mizacı gereği, bunları genellikle baş başayken yapması, zamanla
içinde birikmiş. Defne’nin, gelen sorular üzerine Ömer’in yine hiçbir şey
söylemeyeceğini, ayların alışkanlığıyla düşünerek başını önüne eğdiği o
masadan, bu kadar gururla kalkması da hiç beklemediği net ve gönül alıcı
itiraflarla sarmalanması sayesinde oldu. Büyük şovlara gerek yoktu zaten, Ömer’in
Defne’ye yalnızken hissettirdiği ve söylediği şeyleri, yeri geldiğinde
başkalarına da iletmesi kâfi geldi işte.
Benzer anlara Galo’nun da şahit
olacağına inanıyorum artık. Gitme Fikret’cim, gitme Galo’cum! Defne’yi böyle
her hücresiyle seven Ömer’in gözlerinden taşan aşkını seyretmek için, kendisini
sevmeyen adamların yanında durma gurursuzluğu ve basiretsizliğini gösteren tüm
kadınların dramı(!) adına kal. Onları birlikte her gördüğünde ayak serçe
parmağını sehpanın kenarına çarpmış gibi acın, sinirlerinden tüm vücuduna
yayılsın da biz de zevkten dört köşe olalım. Halbuki böyle durumlarda “boşver”
sığınılabilecek en büyük ülkedir, orada “tekli” bir yeni hayat kurabilirsin ama
sen bilirsin. Hem Defne’nin sana karşı negatif hislerinin haklılığını, paranoya
yapmadığını ispat edeceksin daha, seninle işimiz bitmedi. Üstelik Neriman’ın, o
kenafir gözlerini oymak konusunda planları var ki gerçekleştirmesini hevesle
bekliyoruz!
Neriman’ın, Defne’ye söylediği
gerz kelimesini kendisine iade etmekle beraber, aylar sonra şu hin aklını
işimize yarayacak yerde kullanacak olmasından, Galo konusunda kendisiyle aynı
hisleri paylaşmaktan büyük zevk aldım. Bildiği sırra rağmen, Galo’nun hakkından
gelse gelse Neriman gelir zaten. Galo’ya her ne yapacaksa benden şimdiden onay
var, yürü yürü!
Gözlerimizin yalnızca mutluluktan
dolacağı, sevdiklerimizin ellerini “ne olursa olsun bırakmayacağımız” ve bu
sözümüzü de asla unutmayacağımız hayatlar yaşamak dileğiyle…
* Eleanor H. Porter,
Pollyanna
**Can Yücel, Anladım