Yıllar geçiyor ama bazı şeyler hep aynı kalıyor Kösem. Rahmetli atam Sülüman'ın portresini çizen Leo diye bir çocukçağız vardı, bu kıza baktıkça hep onu hatırlıyorum. Şöyle arkamda dikil de bu kız da bizim bir resmimizi yapsın ha, ne dersin?
Bu derece keskin bir zaman atlamasının başka bazı dezavantajları da oluyor tabii. Örneğin zaman atlamasından önce belli bir noktada bıraktığımız hikayelerin on yıl sonra bile hâlâ aynı yerde sayıyor olmaları gibi. Aşk-ı Derûn’da da bu durum genelde böyle oluyordu ama hiçbir zaman on yıl birden ileri gidilmediği için pek göze batmıyordu. 

Hemen aklıma gelen bir örnek var mesela bu duruma. Dizinin 2. sezonunda Mehmet Günsür yetişkin Mustafa olarak diziye girmeden önce haremde Valide Hafsa Sultan’ın Hürrem’e karşı başlattığı bir savaş vardı. Haremdeki cariyelerin aylıklarını özellikle ödetmemiş, henüz Valide Sultan makamına geçmediği halde bu işi Hürrem’in üstlenmesine göz yummuş ve  Hürrem’e sadık olan cariyelerle kendisine sadık olan cariyeler arasında huzursuzluk çıkmasına sebep olarak işlerin Hürrem’in yüzünün yakılmasına kadar varmasına izin vermişti. Bu olaylar Şehzade Mustafa küçük bir çocuk olarak diziden çıkarken başlamıştı ama Mehmet Günsür hikaye gereği 3-4 sene sonra diziye dahil olduğunda sanki dünkü olaymış gibi hâlâ aynı hikaye devam etmişti ve Hürrem’in dairesinin basılıp yüzünün yakılması Günsür’ün diziye girmesinden sonraki bölümde gerçekleşmişti.


O Ahmet'le takıla takıla bu genç yaşında senin de için geçti be çocuğum. İnsan on yıldan beri düzenli olarak 60 yaşındaki kadınla muhabbete gelir mi? Bekar evlerine gitsene acık. Doğru söyle, kan mı çekiyor yoksa?? ^^

Kösem’de bakıyoruz ki on koca sene geçmiş ama nedendir bilinmez bunca zaman Safiye Sultan, İskender’in kendi oğlu bir şehzade olduğunu ona söylememiş. İskender’in hâlâ hiçbir şeyden haberi yok. Bu konu üzerine ana-kız hiçbir hamlede bulunmamışlar. Mantıklı açıklaması ne? Yok...Hümaşah’ın on sene önce söylediği “hareme Kösem’e rakip olacak bir kız getirmeliyiz” sözleri, bu zaman atlamasının ancak son iki senesinde işleme konmuş, öncesindeki sekiz sene boyunca bir şey yapılmamış. Ya da Hümaşah Sultan, sözde zaman atlamasından önce o zamanki kocası Hasan Paşa’yla Kahire’ye döndükten kısa bir süre sonra adam şüpheli bir şekilde ölmüş ve hatun payitahta geri dönerek belli ki fazla beklemeden Zülfikar Ağa’yla evlenmiş ancak on yıl sonra hâlâ hiçbir çocukları yok ve yeni evliler gibi çocuk yapmaktan bahsediyorlar. Hümaşah ve İskender on sene boyunca özel olarak buluşup görüşüyorlar ancak bu durumu farkeden Zülfikar’ın isyan etmesi ancak on senenin sonunda oluyor. Yani zamanlar atlıyor ama bazı hikayeler bu atlamadan nasibini alamıyor. Atlama da bu kadar uzun bir aralığı kapsayınca haliyle senaryonun gerçekçiliği zedeleniyor.


Bak hâlâ konuşuyor ya, delirtti beni ya!!!

Yine de Celaliler hikayesini tam olarak da unutmamış olmaları ve kısa bir flashback sahnesinde Kuyucu Murad Paşa’nın namını almasına sebep olan olayı bir şekilde de göstermeleri pek tatmin edici olamasa da hiç yoktan bir teselli oldu. Cihan Ünal göründüğü her iki flashbackte de bizleri oyunculuğuna doyurarak gitti. Dilerdim ki madem bu konulara flashback yapılacak, o zaman biraz daha uzun ve detaylı tutulsunlar ve daha detaylı anlatılabilsinler. Özellikle Celali lideri Domuzoğlu’yla Murad Paşa’nın yüzleşme sahnesinde, dizideki Celali isyanları muhabbetini başlatan asıl isim olan Kalenderoğlu’nun adının hiç anılmamasını yadırgadım. Sanki isyan eden tek bir beymiş gibi davranılmış, kendi kendilerine yazdıkları asıl hikayeye ihanet etmişler.


'Cause this is Thrilleeeeer, thriller night...

Kalenderoğlu ve diğer önemli Celali beylerinin isyanlarının da Domuzoğlu isyanıyla birlikte bastırıldığını, diziden bir anda çıkartılan bu karakterlerin isyanlarının da bir başarıya ulaşamadığı söylenerek sanki hiç var olmamışlar gibi değil de, en azından mantıklı bir sebepten diziden çıkartıldıklarını duymayı isterdim. Yine de bu sahnede sarfedilen ve günümüzün siyasi ortamıyla da paralellikler içeren neredeyse bütün diyalogların çok etkileyici ve başarılı olduğunu da söylemek lazım. Kısacık ve başlarını RTÜK’le belaya sokmadan hallettikleri ceset dolu kuyular sahnesi de fena değildi. Celali isyanları sonradan tekrar hortlayacak bu dönemde malum. Sultan Ahmet’in sonlandırdığını sandığı bu olaylar sonraki padişahlar döneminde de devletin otoritesini zayıflatmaya devam edecek. Tek umudum şimdiye kadar olan kısmın yalnızca bir girizgah olması ve vakti geldiğinde bu isyanların hakkı verilerek anlatılabilmesi. Hoş gerçi, 1. sezonda bile “seyirci bu hikayeleri izlemek istemedi” denilerek bir anda diziden yok edildiklerini gördükten sonra bu konuda daha fazla bir umut beslememek gereklidir belki de.


Yine kıpkırmızı kaftanları giymişsiniz, sonra bir de "benden korkuyor musun Mustafa" diye soruyorsunuz. Korkuyorum tabii, ya n'apcaktım. Altıma bile yapıyorum.

21. bölümün Muhteşem Yüzyıl Kösem için yeni bir milat olması ve Osmanlı’nın çalkantılarla dolu bu duraklama dönemini devletin artık zayıflamaya başladığı gerçeğini gözlerden kaçırmaya, siyasi başarısızlıkları üstün körü geçiştirerek seyircide o dönem hâlâ “muhteşem” bir yüzyılmış gibi bir algı yaratmaya çalışmadan gerektiği gibi anlatabilmeleri dileklerimle...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER