Öpün bakayım elimi. 10 yılda 10 kere yavrulayan ananın elleri öpülür zaten, öğrenin bunları.
Bölüme geri dönecek olursak zaman atlaması yaşanan diğer bütün Muhteşem Yüzyıl bölümleri gibi asıl olarak yenilenen kadroyu ve yaşları büyüyen karakterleri tanıtmak üzerine kurulu, pek de önemli bir gelişmenin olmadığı standart bir geçiş bölümüydü. Hanedan-ı Âli Osman’ın yeni üyelerini azar azar tanırken, bir yandan da flashbackler eşliğinde diziye veda eden karakterlerin hikayelerinin bitişini izledik. Yeni dönemle ilgili asıl maceranın başlaması 22. bölümle birlikte olacaktır.


Valla o kadar çok doğurdun ki şekerim hangisini ne zaman doğurmuştun saymayı bıraktık. Sen de hatırlamıyorsundur zaten. Hepsini o içi geçmiş tembel Ahmet'ten mi yaptın o bile belli değil. Yaşlarını bile bilmiyorsundur tövbeler olsun. Mehmet kaçına girmişti de bakayım, hangi yıldayız biz?

Zaman atlamasıyla ilgili başlıca şikayetim hangi yıla geldiğimizin belirtilmemesi oldu. Evet, belgesel izlemiyoruz ve klasik tabirle tarihi televizyon dizilerinden öğrenecek değiliz elbette ama sonuçta tarihten esinlenerek çekiliyorsa izlediğimiz yapımda takvimlerin hangi yılı gösterdiğini anlamak için de tarihi kaynakları karıştırmak, tahminlerde bulunmak zorunda kalmamalıyız bence. Sonuçta on yıllık bir atlama az buz değil. Bölümün başında ekranın bir köşesinde yıl belirtilmemesi talihsiz bir seçim olmuş.

Benzer bir uygulamayı Aşk-ı Derûn’un 4. sezonu başlarken de yaşamıştık. Meryem Uzerli’nin diziden genç bir surette çıkması ve Vahide Perçin’in orta yaşlı bir Hürrem olarak gelmesinin görsel şokunu atlatmaya çalışırken, bir de 3. sezonun sonunda alelade bir paşa olarak bıraktığımız Rüstem Paşa’yı 4. sezonun başında vezir-i azam olarak bulup, saraydaki bir çok karakterin de herhangi bir açıklama yapılmadan diziden çıkartılmış olduğunu görünce, ekranda bir tarih belirtilmediği için kaç yılında olduğumuzu anlayamamış, dizinin ilk üç sezonu ile dördüncü sezonu arasındaki devamlılık kopukluğunu zihinlerimizde giderene kadar hatırı sayılır bir bocalama yaşamıştık. Hatta dizinin sezonlar arası ara verilmeden bütün bölümlerinin arka arkaya yayınlandığı ülkelerde seyirciler yayıncı kuruluşların iki bölüm arasında bölüm atladıklarını, hikayenin kaldığı yerden devam etmediğini sanmış ve bu durumdan bayağı bir şikayetçi olmuş, Vahide Perçin’li Muhteşem Yüzyıl’a alışmaları bizden daha bile zor olmuştu. Hikayede bu tür keskin dönemeçlerin olduğu zaman atlamalarından sonra ekranın bir köşesine tarih iliştirmek bu nedenle önemli. Dünyanın en zor işi de değil sonuçta.


Üniversiteden mezun olduktan sonra askere gidince kardeşi yaşında çocuktan emir alan erbaşlar gibi oldum sultanım. Ağlayacağım sinirimden, susun susun ^^

Yaşı büyüyen şehzadelerden, karakter olarak Şehzade Mehmet, Şehzade Osman ve Şehzade Murat ön plana çıkarken, oyuncu olarak aralarında tanınmış tek isim olmasından mütevellit de Taner Ölmez özellikle dikkat çekti. Aslında Ölmez, dizi gereği babasını canlandıran Ekin Koç’tan normalde altı yaş daha büyük bir isim. Bu nedenle sosyal medyada bayağı bir yakınmalar oldu ama açıkçası hiç de sırıtmıyordu kendisi. Hatta nasıl olmuş anlamadım ama bence gayet de küçük yaşlarında biri gibi görünmeyi başarmış. Bu noktada görsel olarak yakınılacak hiçbir şey bulamadım ben. Role de yakıştığını düşünüyorum.


Ben karı isterem...Ben karı isterem...

Şehzade Mustafa rolünü Alihan Türkdemir’den devralan Boran Kuzum ve performansı ise haliyle en çok dikkat çeken yeni rol oldu. Kösem’in en memnuniyet verici yanlarından biri şüphesiz deliliği tescilli böyle bir karakterin hikayesini gayet orijinal bir şekilde anlatması. Seride ilk defa böyle bir hikaye izliyoruz ve bu hikaye şimdilik gayet de güzel yazılıyor ve diğer bütün hikayelerden doğal olarak sıyrılarak öne çıkıyor. Boran Kuzum ilk bölüm için yeteri kadar başarılı bir performans sergiledi, bundan sonra daha da rahatlayacaktır oyunu. Artık Şehzade Mustafa’nın sevimliliğini değil, deliliğini izleyeceğimiz için başka bir noktadan etkileyecek bizleri. Üstelik hayali arkadaşı Pinhan Ağa konusunda ilk düşündüğümden çok daha farklı ve hepten orijinal bir hikaye çıkacak gibi görünüyor. 


Pinhan mı dedin sen bana? Adım Mustafa demedim mi ha, Mustafaaaaaa...

Bölümün ilerleyen dakikalarında Şehzade Mustafa’nın esareti bitip saraya geri dönmesinden sonra biraz neşelenmesi için kendisine bir cariye yollanmıştı bildiğiniz üzere. Pinhan Ağa, sonu gelmez dırdırlarıyla Mustafa’nın başının etini yiyip onu en büyük korkularıyla besledikten sonra Mustafa’nın buhran geçirip cariyeyi boğarak öldürmesini izledik. Ancak bu sahnenin bir kısmında çok üstüne basmamakla birlikte hatırı sayılır kadar da uzun bir süre cariyenin üstünde onu boğan kişi olarak Boran Kuzum’u değil, Pinhan Ağa’yı canlandıran Ahmet Varlı’yı gördük. Padişahlığı döneminde Mustafa karakteri için yeni bir oyuncu seçimine gidilmeyeceği ve Ahmet Varlı’nın Pinhan Ağa’sının aslında bilfiil Mustafa’nın ta kendisi (alter egosu) olduğu, bölümler ilerledikçe Mustafa’yla Pinhan Ağa’nın aynı bedende birleşerek karakterin yetişkinliğini Ahmet Varlı’nın canlandıracağını varsayabiliriz sanırım bu kısacık sahneden sonra. Zaten Ahmet Varlı sima olarak Alihan Türkdemir’in “büyümüş hali” olmaya Boran Kuzum’dan çok daha müsait bir oyuncu. Kuzum’un karakterin küçüklüğündeki görsele fiziksel olarak pek uyduğunu söyleyemeyiz. Gerçekten böyle bir hikaye kurgusu olursa da gerçekten izlemeye doyamayız.


Hah şöyle...Acık kadına benzeyelim ayol, iki kırıtalım.

Zaman atlamasının karakterlerin fiziksel görünümleri açısından çok da başarılı olmadığını söylemem lazım. Ana karakter Kösem olduğu için Beren Saat’in saçı, makyajı, kıyafetleri ve tavırlarındaki değişiklik haliyle en çok farklılık gösteren çalışma olarak çıktı karşımıza. Saat’in gayet güzel bir kadın olduğu zaten malum, o yüzden ergen Kösem’den çıkarak “sultan” Kösem’e dönüşmesi tabii ki kendisine çok daha fazla yakışmış. Ancak Kösem karakteri haricinde bütün karakterleri on sene önce nasıl bıraktıysak yine öyle gördük. Birkaç tane ak düşmüş tel haricinde Ahmet’in sakallarının boyu bile değişmemişti ki zaten 16-17 yaşlarında bir karakteri canlandırdığı bölümlerde Ekin Koç’un o derece gür bir sakalla oynatılmış olması hatalıydı bence. Daha bir genç işi olacak şekilde kirli sakalla oynatılması, zaman atlamasından sonra şu anki sakallarıyla karşımıza çıkması çok daha isabetli olurdu.

Diğer karakterlerde sadece Bülbül Ağa’nın şakaklarına düşen aklardan ve Safiye Sultan karakterinde Hülya Avşar’ın yüzüne uygulanan filtrelerin helesi kaldırılabilmiş olmasından dolayı bir görsel farklılık vardı. Geri kalan bütün karakterler sanki on yıl hiç geçmemiş gibi aynı saç stilleri, aynı sakallar, aynı kıyafetler içinde dün nasıl bıraktıysak öylelerdi. Halleri ve tavırlarında da on yıllık bir değişim, vücut dillerinde bir farklılık yoktu. Haliyle görsel olarak saydığım bu üç-dört karakter haricinde hiç de aradan on yıl zaman geçmiş izlenimi alamadık.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER