Muhteşem Yüzyıl Kösem: Yine, yeni, yeniden...
Muhteşem Yüzyıl Kösem bitiyor bitiyor, başlıyor. TIMS Productions’ın resmi açıklamasına göre ikinci, yazılarımı düzenli takip edenlerin bileceği gibi benim hesabıma göre üçüncü perdesiyle Kösem macerası bir kere daha yenilenerek baştan start aldı bu hafta.

Serinin tarihinde şimdiye kadar görülmüş olan en büyük zaman atlamasıyla birlikte, hikaye geçen hafta bıraktığımız noktadan tam 10 sene sonrasına ışınlandı ve umuyorum ki bundan sonra artık bu derece radikal geçişlerin yaşanmayacağı, seyircilerin yakın aralıklarla tekrar tekrar sudan çıkmış balığa döndürülmeyeceği, anlatılması gereken ne varsa ilk tasarlandıkları hallerinden başka hallere dönüştürülmeden istikrarlı bir şekilde anlatılarak diziyi artık tam olarak oturaklı hale getirecek olan (ve de getirmesi gereken) asıl safhası başladı. Hayırlara vesile olsun diyelim.


Artık böyle Hümaşahcım. Yıllar geçti, buraların ağası ben oldum. Bundan böyle kadın sultanların hal ve tavırlarında değişiklik olacak. Hanım hanımcık oturmak yerine bağdaş kurarak, erkekler gibi yayılarak oturmayı sarayda yaygın bir gelenek haline getirmeyi düşünüyorum. Biz de acık rahat edelim yani, di mi hayatım?

21. bölüm kadroya katılan 12 yeni oyuncu ve hikayenin atladığı zaman dilimi dolayısıyla doğal olarak dizinin takipçileri arasında oldukça heyecan yarattı. Ne de olsa Kösem Sultan’ın hüküm sürdüğü yıllardan malzeme olarak asıl zengin olan bölüm Sultan Ahmet dönemi değil, II. Osman (Genç Osman) ve 4. Murat dönemleri. Ben kendi adıma Ahmet’li yılları izlemekten de (iyi hikayelerle yazıldıkları sürece) şikayet etmediğim için bu derece uzun boylu bir zaman atlamasını haddinden çok fazla bulduğumu söylemek zorundayım. Sonuçta bir belgesel değil tarihten esinlenerek yazılan, tarih soslu bir kurgu dizi bile olsanız koskoca bir imparatorlukta 10 sene boyunca cidden anlatmaya değer bir şey olmadığını iddia etmenin pek de yakışık almadığını ve ele alınan tarihi dönemlerin mümkün mertebe en iyi şekilde hakkının verilerek anlatılması gerektiğini düşünüyorum.


10 yıldan beri hiçbir şey yapmadan sarayda oturdum. Devlet işi, siyasi gelişmeler falan hak getirdi. Boş boş oturmaktan olsa gerek sıkıntıdan sakallarıma aklar düştü, midem ekşidi. Şurubumu içeyim deee, bir kenarda ölmeye çekileyim gayrı, cesedim de yakışıklı olsun. Bayılıyorum böyle padişah olmaya ^^

Bu anlamda Sultan Ahmet dönemi, lafı dolandırmaya hiç gerek olmadan söylemek gerekirse, maalesef ki harcanan bir dönem oldu. Ardından gelen padişahların dönemlerine göre, görece daha önemsiz görülebilecek siyasi / tarihi gelişmelere sahip olsa da bu koskoca 10 senenin görmezden gelinmesini gerektirecek kadar da önemsiz oldukları anlamına gelmez. Hele de bu döneme damgasını vurmuş ve dizinin en başında oldukça da ümit verici bir şekilde girişi yapılmış Celali isyanları, bu isyanları zorla da olsa son derece kanlı bir şekilde bastıran Kuyucu Murad Paşa’nın uygulamaları, Osmanlı’nın Avrupa’daki üstünlüğünün artık sona erdiğini ve duraklama döneminin resmen başladığını ilân eden Zitvatorok Antlaşması, Mehmet Giray’ın Kırım tahtına oturması, Safeviler’le ilişkiler vs. gibi neresinden bakarsanız bakın yine de oldukça ilginç gelişmelerin olduğunu düşünürsek.

Tabii bu noktada bütün kabahati de senaryo ekibine bulmamak lazım. Bu derece deforme edilerek ve resmen geçiştirilerek anlatılmak durumunda kalınmış bir Sultan Ahmet dönemini ve karakterlerini en başta uzunca bir süre gerektiği gibi iyi yapılandıramayarak seyirciye hakkıyla anlatamadıkları, o bağı yeterince güçlü kuramadıkları için aslan payı maalesef kendilerinde olsa da Türk televizyon seyircisinin bir diziden beklentilerinin ne olduğunu, aslen neye odaklanıp neye önem verdiğini ve bu beklentilerin bazen yapım ekiplerini ne gibi çıkış yolları bulmaya ittiğini de göz ardı etmemek lazım.


Aşk lazım, aşk lazım, aşk...

“Bizde neden Game of Thrones gibi diziler çekilemiyor, neden bizim dizilerimiz hep aşk-meşk-entrika sarmalı üzerine kurulu sanki” diye sözde durmadan şikayet edip, yapılan işleri küçümsemek ve aşağılamak çok kolay. Ancak yapılmaya heves edildiği zaman da beklentileri artık herkese illallah dedirten bu hepsi birbirinin aynı klasik hikaye yapılarından kurtaramayarak yine onların üstüne odaklamak, ekranda izlemeye bir türlü bıkılamayan bu klişeleri göremedikçe dizilerin "kötü ve başarısız, zevksiz diziler" olduklarını bahane ederek kanal değiştirip reytingleri zora sokmak da aynı derecede kolaycı ve ikiyüzlü bir tavır.


Ne güzel Kırım Tahtı'nı işgal etmiş, bu delikanlıya isyan etmiştim. Belki böyle yapınca rol çalarım, ekrana çıkarım da hikayemi anlatırlar demiştim ama neymiş efendim, Kösem'le Ahmet sevişmeden çocuk yapıyorlarmış, hiç romantik değillermiş. Çıkardılar işte beni de diziden, mutlu oldunuz mu şimdi seyirciler? Giraylar'ın lâneti üzerinize olsun -_-

Aslen kadın seyirciyi hedef alan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi hikayelerini daha çok “pembe dizi” klasmanından anlatmayı tercih eden Muhteşem Yüzyıl gibi bir projeyi tabii ki de Game of Thrones gibi sert ve karanlık, çoğunlukla erkek seyirciye hitap eden siyasi hikayelerle dolu bir diziyle karşılaştırmıyorum ama mutlu mesut bir şekilde, kavuşamayan aşıkların kalplerimizi eriten aşk hikayeleri, şatafatlı Osmanlı eğlenceleri, harem görevlilerinin tatlı sert didişmeleri ve çok uluslu, rengârenk bir imparatorluk hikayesi gibi başladıktan sonra dört sezon sonunda tam bir Yunan trajedisi gibi kesif bir karanlıkla biten ilk Muhteşem Yüzyıl’dan sonra, seyircinin Muhteşem Yüzyıl projesi özelinde böyle bir diziden artık tek beklentisinin başrol oyuncularının ne kadar güzel ya da yakışıklı oldukları, ne kadar inandırıcı aşklar yaşadıkları, sarayın ve haremin ne kadar renkli ortamlar olduğu gibi şeyler olmaması gerektiğini çoktan öğrenmiş olmasını beklerdim. Tıpkı yapım ekibi gibi ben de yanıldım.


Büyük bir buhran geçirdiğimi ve geçmişime dair her şeyi unuttuğumu söylüyorlar. Sarı saçlı, mavi gözlü bir kız olarak doğup kara saçlı kara gözlü bir kadına dönüştüğümü görünce geçirdiğim şoktan oldu sanırım. Ablam da böyle olmuştu, sonradan toparlayamadık bir daha kızı, kendini kaybetti. Aman neyse, sevişelim güzelleşelim.

Kösem bu anlamda aslında oldukça umut verici bir şekilde başlamıştı. 4. bölümle ilgili yazımda (ki Kösem tarihinin görsel olarak en karanlık bölümüdür, kapkaranlıktır) “reytingleri ne olursa olsun, belki de Türk dizi sektöründe bir şeyleri değiştirebilecek olan, kendi bildiği yoldan şaşmadan kararlılıkla gidebilecek bu gibi yapımlardır” diye yazmıştım. Türk seyircisi gözünü biraz karanlığa alıştırabilse, görmek istediği tek şey parlak renkler ve bol şatafat olmasa, “tarihten esinlenen” bir kurgu dizide aşk-meşk seyrettiği kadar biraz da tarihi hikayeleri seyretmeye aynı ilgiyi ve alâkayı gösterse, düz bir şekilde ilerleyen standart kurgular yerine çoklu hikaye yapılarını takip etmeye biraz kafa yorabilse bugün hem hikaye hem de görsel ton olarak ilk planlandığı şekliyle ilerleyen çok farklı bir Kösem izliyor olabilirdik. Yapım ekibinin de çok daha orijinal karakterler ve geliştirilmeye hazır fikirlerle yola çıktıklarından eminim ama heyhat. Karanlık görseller yerini parıl parıl aydınlığa, çeşitli tarihi hikayeler yerini yine saray içine hapsolan standart harem entrikalarına bırakmak zorunda kaldı.


Zitvatorok Antlaşması'yla Avrupa'da gerilemeye başladığımızı araya kaynatabiliriz ama Osmanlı'da nude resim sanatının gelişmesine ön ayak olan civan padişah olduğum seyircinin aklına mutlaka kazınacaktır. Dur şöyle gömleğimi acık daha aralayayım daaaa kaslı göğüslerim meydana çıksın ^^

AB grubunda durumu gayet iyi olsa da yıldızı total grubunda bir türlü seyirciyle yeteri kadar barışamayan Kösem’in geleceğini kesin bir şekilde garanti altına almak için, en azından bir süreliğine, seyirciye istediğini vermek durumunda oldukları aşikar. Bu nedenle de hikaye on yıl birden atlayıp çabuk tarafından asıl beklenen noktaya getirildi. Bol bol harem entrikası ve cinsellik eşliğinde. Bakmayın siz bu kadar yazdığıma, dizinin en sonuna kadar gitmesini istediğim için yapılması gereken hamle buysa elbette razıyım. Çünkü bu dönemi de sonuna kadar izlemek istiyorum. Yeter ki bundan sonrası artık istikrarlı bir şekilde devam etsin ve şimdilik rafa kaldırılması ya da ertelenmesi gereken ne gibi tarihi hikayeler varsa vakti gelince artık adam akıllı anlatılsın.



Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER