“Sanmıştık
ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça
sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir
zemberek aşkımız”*
Dünyada
bir tek Kemal ve Nihan kalsa, aileleri, kardeşleri olmasa, ikisi kapıları pencereleri kapatıp tek kişilik
bir yalnızlığa sığışabilirlerdi. Ama olmuyor işte, mecburiyetler, prangalar
bitmiyor. Oysa ne kadar yaklaşmışlardı değil mi? Bir kristal bardak
güzelliğinde ve sadeliğindeki hayallerinin gerçekleşmesine ramak kalmıştı.
Fakat Emir hoyrat bir darbe ile hepsini tuzla buz etti.
Nihan’ın
“mecburum” kabullenişiyle prangalarını yeniden takmasının ardından, ona karşı
biraz daha kırgın bir Kemal izleriz sanmıştım. Çünkü çok sinirliydi o
sinema salonunda. Resmen gözünün akı bile kapkara kesilmişti öfkesinden. “Ayrılığımızı hissettiğim an, demirler eriyor
hırsımdan”* Hele o kuyu başında o kadar yıkılmış vaziyette görünce, “tamam”
dedim, “bitti her şey”. Çünkü Kemal kolay kolay bu raddeye gelmez, böyle
yıkılmazdı çoğunlukla. Üstelik her zaman devasını onda bulduğu, önünde sonunda
ona doğru savrulduğu Nihan’ı istemedi bu kez yanında. Halbuki Nihan onu
yaralasa da aynı zamanda yara bandı oluyordu. Bu sefer istemedi acısına
dokunmasını, onu iyileştirmesini. İlk zamanlardaki gibi kızsa belki daha iyi
olurdu Nihan için. Sonuçta öfke de bir histir, karşınızdaki kişiyi iyi kötü önemsediğinizi gösterir. Ancak kayıtsız bir yok sayılma ve ötelenme insanın
canını çok yakar. O yüzden ben de o gece Nihan gibi ondan vazgeçtiğini sandım
bunun üzerine haklı olarak.

Bir ellerin, bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Ancak
bu sefer eskisinden de inançlı çıkarak beni yanılttı. Demek ki en başlarda
Nihan’a olan kızgınlığı da sevilmediğini sanmaktan kaynaklanıyormuş. Bundan
emin olduğundan beri Nihan’a hiç öfkelenmedi, laf sokmadı, onu hiçbir şeye
zorlamadı. Şimdi de çıkış yolları kapatılmış olsa da Nihan’dan vazgeçmedi çok
şükür. Sevmekten asla vazgeçmediğini biliyorduk da onu bir şekilde kurtarma
umudundan vazgeçmediğini görmek de iyi geldi. “Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı”* Sönmüş bir
yanardağ değil Kemal’in öfkesi, içinde hala lavlar fokurduyor. O sadece bir
parça geri çekildi bu savaşta, ateşkes imzalamadan. İş dışındaki diğer
cephelerde, masumların zarar görmemesi için onları güvenli bölgeye almaya
çalışıyor. İnsan omuz omuza çarpıştığı devresine kıyar mı hiç? Geçen hafta
söylemiştim, Kemal ile Nihan’ın arasında rütbeler eşit, emir komuta zinciri
yok. Onlar aynı savaşın neferleri, şafağı el ele sayan. Şafak sen, terhis umut!
Umut olmasa hayatı
sürdürmek ne kadar zor olurdu… Yarından bekleriz hep umudu, hatta bazen bugünün
de “dünün yarın”ı olduğunu gözden kaçırarak. Ama bazen de gerçekten gelecekte
beklenen bir an vardır, o gün gelince kaçırılmaması gereken. Nihan ve Kemal de
gözlerini dört açmış, o günü geldiğinde yakalamak için fırsat kolluyor. “Sana
kavuşacağım an için yaşıyorum.” derken ne kadar da doğru söylüyormuş Nihan. Bu
umudunu kaybettiğini anladığı an yaşamından da vazgeçti. Daha önce ölme
ihtimalini aklından geçirdiğinde, hemen ertesi gün Taner’in silahı dayanmıştı
başına. Şimdi bu bölümde de ölmekten bu kadar çok bahsedip, Kemal’e sadece
uzaktan bakmanın ölümle eşdeğer olduğunu vurgulamasına rağmen, şahsen böyle bir
bölüm sonu beklemiyordum. Ben o balkona çıkar, biraz tereddüt yaşar, bu
sırada Emir’in de yüreğine korku salar diye beklerken, Nihan hiç tereddütsüz
bir şekilde ölüme atladı. Ne yalan söyleyeyim yüreğim ağzıma geldi o an.
Yazı devam ediyor...