Kösem, özgürce yaşadığı ve prensesi olduğu adadan zorla
kaçırılıp Topkapı Sarayı’na getirilmiş bir köle olabilir evet ama sarayda dahi
hâlâ bir prenses edalarında yaşıyor. Tereyağından kıl çeker gibi, herhangi bir
mücadele vermeden kolaylıkla ulaşılıveren zaferler, kendisine altın tepside
sunulan mühim rütbeler ve makamlar, bazen hiç üstüne vazife değilken müdahil
olması sonucu kararttığı hayatlar, her daim arkasında duran padişahın sonsuz
kudretiyle birleşince Kösem aslında elde ettiği bütün bu makam ve mevkilerin
önemini yeteri kadar idrak edememiş, hâlâ babasının şımarık kızı gibi davranan,
ortalıkta “küçük dağları ben yarattım” şeklinde bir küstahlıkla dolanan bir
köle aslında. O kadar ki bu bölümde işi, her daim kendisinin yanında olmuş
İskender’e bile canını yine kurtarmış olmasına rağmen haddini bildirmeye, “hiç
tanımak istemeyeceği yüzüyle tanışma ihtimali”yle tehdit ettirmeye kadar
vardırdı. Bu yüzdendir seyircinin %90’ının kendisinden nefret etmesinin ve
sahiplenmemesinin sebebi. Çünkü Kösem bedavadan sultan, çünkü Kösem şımarık ve
küstah.

İskender misin nesin, bana bak. Hayatımı on kere kurtardın diye kendini bir şey mi sandın len sen? Düzgün bak bana, oyarım o gözlerini senin.
Belki de ilk dizinin ana karakterinin hikayesinden farklı
olması için tasarlanan şekli bu Kösem karakterinin. Bütün bu kudretin yegâne
sebebi, Sultan Ahmet gibi otoritenin mutlak sahibi olan bir padişahın varlığı. Ahmet’in
27 yaşında ani bir şekilde hayatını kaybetmesiyle birlikte sırtını dayadığı
bütün o kudreti de kaybedecek ve işte o zaman anlayacak hanyayı konyayı. Hürrem
Sultan’ın tacını takmanın, harem yönetimini ele geçirmenin, Safiye Sultan gibi
insanlara kafa tutmanın asıl bedeli neymiş işte ancak o zaman dank edecek
kafasına. Burnu gökten yere inip sürtülmeye başladığında da karakterin
seyirciyle olan ilişkisinde değişiklik yaşanacak, ancak o vakitten sonra
sevilebilecek bir karakter olacak. Tabii hikayeyi bu şekilde anlatmaya niyetli
olduklarını varsayarsak. Gidişat onu gösteriyor gibi. Halihazırda Derviş Paşa
ve Kuyucu Murad Paşa da bu yönde kendisini uyardılar zaten. O günler gelene
kadar sabretmekten başka bir seçenek yok.

Deliydim meliydim ama Muhteşem Yüzyıl evrenine benim kadar zarif prenses de gelmedi Allah için. En şık sahne hâlâ benim :)
Ve meşhur zaman atlaması…Muhteşem Yüzyıl tarihinde zaman
atlamaları malumunuz olduğu üzere hep aynı şekilde yapılır. Gökyüzünde dört mevsim
deveran eder, bu dört mevsimi anlatan CGI görselleri nedendir bilmem jet
hızıyla ekrandan gelir geçer, bir de bakmışız yıllar geçmiş. Bu uygulamanın en
muazzam istisnası, böyle bir zaman atlaması yönteminin üstüne hakkıyla düşerek
çalıştıkları ve zaman atlaması bu şekilde yapılacaksa bari tam olsun dercesine
çektikleri, Aşk-ı Derûn 3. Sezon 69. bölümde Hatice Sultan bahçelerde,
ormanlarda yürürken fonda onun adımlarıyla birlikte mevsimlerin yavaş yavaş
değiştiği harika sekanstır. Kösem’de 20. bölümün finalinde gördüğümüz atlama
ise kendileri açısından yepyeni ve son derece de zekice bir buluş olması nedeniyle
orijinallik açısından bir anda öne geçti tabii ki. Genelde baştan savma vasat
bir bölüm olan 20. bölümü de çarpıcı bir şekilde kurtaran hayat öpücüğü oldu.
Bu kadın kim acaba? Hiç çıkartamadım. Yüzü de çok güzelmiş, keşke benim annem olsaydı :(
Dizinin başından beri Şehzade Mustafa’yı olabilecek en
tatlı ve başarılı şekilde canlandıran akıllı bıdık Alihan Türkdemir bayrağı
Boran Kuzum’a devretti ve Kösem’e veda etti. Bundan sonra gönül tellerimizi
titretme görevi, henüz çok genç bir oyuncu olan İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuarı öğrencisi Kuzum’a kaldı. İlk dizide Şehzade Cihangir’in
gençliğini mükemmel bir şekilde canlandıran Tolga Sarıtaş kadar başarılı
olmasını dilerim zira Şehzade Mustafa’nın küçüklüğünde seyirci üzerinde yarattığı
etkinin asla kaybolmaması lazım. Zihninde yarattığı hayali arkadaşı Pinhan Ağa’yı
canlandıran Ahmet Varlı iki dakika görünüp harikalara imza attı bile. Sanırım
Mustafa dizide olduğu sürece, o da etrafta olacak ve Akıl Oyunları’nda Russell
Crowe’un muhteşem bir perfomansla canlandırdığı şizofren matematik profesörü
John Nash’in belalısı hayali arkadaşları gibi asla gitmemecesine Mustafa’ya
dadanırken, biz seyircileri oyunculuğuna bir hayli doyuracaktır.

Olm bana bak. Ufaklığın Şehzade Mustafa'sını harcarsan, karakterin hakkını veremezsen, sittin sene başının etini yerim, rüyalarına girerim, ona göre.
Şimdi merak edilen bu zaman atlamasıyla birlikte kaç yıl
ileriye gittiğimiz. Sanki biraz fazla gitmişiz gibi görünüyor ama belli de
olmaz. Boran Kuzum’un fiziğine bakarak yanılgıya kapılmak doğru olmayabilir.
Sonuçta dizinin başında Ekin Koç da 23 yaşındaki haliyle 14 yaşındaki Ahmet’i
canlandırmaya başlamıştı. Tahmin edildiği gibi 8-10 yıllık bir atlama değil de,
en fazla iki-üç senelik, bilemediniz beş senelik bir atlama yaşanmış olabilir. Daha
fazlası pek inandırıcı olmaz zira koskoca imparatorlukta on sene boyunca
anlatmaya değer bir şey olmadığını ima etmek komik olur. 21. bölümde işte en
çok bunu merak ediyoruz, takvimlerin hangi yılı gösterdiğini. Tarihten
esinlenen bir dizi olduklarını unutmayıp ekranın bir köşesine iliştirirler
umarım.
Yenilenen kadro, yenilenen hikayeler ve yenilenen
görsellikle bundan sonra yolu çok daha fazla açık olsun bakalım ekibin. Artık
şov başlasın…