Cevap ; “evet, en başında böyle, sadece dört bölümlük bir
karakter olarak tasarlanmıştı” olacaksa, o zaman söylemek zorundayım ki
Atasever’in ve Hümaşah Sultan diye bir karakterin diziye neden geldiğini, neden
gittiğini ben zerre kadar anlayamadım, anlayan varsa da beri gelsin. Tek amaç
Safiye Sultan’ı Kız Kulesi’ndeki esaretinden kurtarmak mıydı? Eğer öyleydiyse
Safiye Sultan ve Nasuh Paşa şuncacık basit bir planı kendileri de kurardı ki,
Hümaşah Sultan’a ne gerek vardı? Üstelik daha geçen bölümün başında “haremdeki
kızların hepsi birbirinden pespaye. Padişahımızın aklını ve gönlünü çalabilecek
Kösem gibi bir hatun bulmak lazım” diyen ve bu konuda hamleler yapacağını ima
eden kendisi değil miydi? Zülfikar Ağa’yla yaşanan romantizmin gereği neydi ya
da?
Niyet ettim Allah rızası için vakit doldurmaya.
Yazılarımı düzenli olarak takip edenler bilirler, aslında
ben Kösem Sultan ve Hümaşah Sultan arasında ilk Muhteşem Yüzyıl’daki Hürrem vs.
Süleyman’ın Kız Kardeşleri gibi bir didişme maratonu izlemeye hiç hevesli
değildim, bu nedenle Atasever diziden gerçekten çıktıysa sadece bu nedenle
minnettar olabilirim. Zira hali hazırda ilk dizinin bir çok hikayesini Kösem’de
bazen biraz farklı, bazen tamamen aynı şekillerde tekrar tekrar izlediğimiz
için bu tür bir rekabet olayı da ilk dizinin anlamsız bir tekrarı olmaktan
ileri gitmeyecekti ve gereksizdi. Aynı şekilde Zülfikar Ağa’yla olan
romantikleşme olayının bitecek olması da bu nedenle memnun eder beni, zira
böyle görür görmez birbirine aşık olan karakterler biraz fazla “Yeşilçam” ve
halk arasında “Brezilya dizisi” olarak bilinen basit dizilerin klişeleri. İki
karakter arasındaki paslaşmaları izliyordum ama şahsım adına çok da memnun
olmuyor ve gereksiz buluyordum. Gerçekçi aşklar lazım, yapay “dizi aşkları”
değil.

Ses deneme bir-ki, ses deneme : DEFOOOOOOOLLLL!!! İyi iyi, o kadar da üşütmemişim Kız Kulesi'nde ^^
Ancak bütün bu hikayelerin Safiye Sultan’ın Kız Kulesi’nden
kurtuluşu gibi bu kadar “basit” bir kurguyla sonlandırılmasına bir anlam
veremedim. Bir anda sebepsiz yere çıkagelen şiddet yanlısı ayyaş koca, bir anda
ortaya dökülüveren karanlık sırlar, hemen daha ilk baş başa görüşmede anlamsız bir
kavga dövüş ve neticesinde biraz Aşk-ı Derûn 4. sezondaki Fatma Sultan ve
davetsiz misafir kocası Mustafa Paşa, biraz da 3. sezonda kocası Lütfi Paşa’dan
tokadı yiyince bütün havası sönen Şah Sultan hikayelerinin kırması bir hikaye
örgüsüyle tek bir bölüm içinde dertop edilip gönderiliveren Hümaşah Sultan
karakteri – eğer zaman atlamasıyla birlikte gerçekten diziden çıktıysa – cidden
son derece gereksiz bir hamle oldu dizide. Daha doğrusu gereksizden ziyade
ortaya öyle hikaye kılçıkları atılmışken sanki bir anda senaryo değişikliğine
götürülmüş “muamma” bir hamle.
Bana bir soda getiriversene Cennet. Birdenbire haremin yönetimini devralmak hazımsızlık yaptı galiba, karnım ağrıyor.
Ve tabii bütün bu olayların sonucunda Kösem Sultan’ın
harem yöneticiliği makamına çıkması hikayesi…Bölüm boyunca olan biten her şey
oldukça basit ve bedavaya oldu bitti ama Muhteşem Yüzyıl tarihinde kritik öneme
sahip olan hiçbir zafere bu kadar çocuk oyuncağı bir şekilde ulaşılmamıştır
sanıyorum. İlk dizide iki koca sezon boyunca o makama çıkabilmek için canını
dişine takan, tırnaklarıyla kazıyan Hürrem’i izledikten sonra bunun için hiçbir
şey yapmasına gerek kalmadan direk o makama çıkan Kösem’i izledik. Hümaşah
Sultan ve Safiye Sultan elleriyle altın tepside ikram ettiler desek yeri hatta.
Kösem’e düşen tek şey Nasuh Paşa’yı karşısına alıp biraz tehditle Safiye Sultan’ı
satmasını sağlamak oldu. Daha iki bölüm önce gözünün önünde bir vezir-i azam
kılıçtan geçirilen Nasuh Paşa da, bu sebeple olsa gerek kırk yıllık efendisi
Safiye Sultan’ı kolayca satıvermekten çekinmedi. 13. bölümde ne demişti Safiye
Sultan kendisine : “Ne sadakati Nasuh? Can derdine düşünce sadakat mi kalır
Allah aşkına?”

Sırıt bakalım sen, sırıt. Ahmetçiğin ölünce yapacağımı bilirim ben sana, görmemiş haspa.
Bu bahaneyle Kösem karakteri için de yine ve yeni bir
paragraf açmanın vakti geldi. Haftalardan beri ne karakterle ne de Beren Saat’in
performansıyla ilgili bir şey yazmadığımı farketmişsinizdir. Hatta zaman zaman
yorumlarda dile getirilmişti bu durum, “adı Kösem olan dizide Kösem
karakterinden ve onun sahnelerinden başka her şey konuşuluyor, ne kadar acı”
gibisinden yorumlar yapılmıştı. Her ikisi hakkında da yazdığım son defasında
bir teori geliştirmiştim hatırlarsınız, ana fikri kısaca ; “dizinin ana
karakteri olan bu karakter bu şekilde amatörce yazılıyor olamaz. Olsa olsa
kasıtlı olarak, özellikle itici ve sevimsiz yazılıyor ve oynanıyor bence ki
vakti gelip burnu sürtülmeye başlayınca “oh olsun” diyebilelim” idi. 20. bölümdeki
zaferinden sonra yine değişmedi bu fikrim, hatta daha da perçinlendi.

Bunlar Kösem'e gıcık oladursunlar, iyidir iyidir. Ben Valide Sultan olduğum zaman gerçek bir "kadın sultan" nasıl olunurmuş göstereceğim nasıl olsa herkese. Topkapı'da asaletin ve zarafetin modası benden sorulacak.
Beren Saat’in karakteri ne kadar iyi ya da kötü
canlandırdığından bağımsız olarak Kösem karakterinin, seyirciyi “gıcık etmek”
üzerine kurgulanıp yazıldığından artık eminim. Saat diziye girdi gireli bu
yönde yapılan sayısız eleştiri varken karakterin hal ve tavırlarında ve
zaferlerinde bir değişikliğe gidilmemiş olması, tam tersine bu sevimsiz
özelliklerin üstüne eklene eklene devam ettirilmesi benim açımdan sadece bu
teorinin kanıtı.