Tarih tekerrürden ibaretmiş Hasan Paşa. Rahmetli Fatma Sultan bundan 50-60 yıl önce tam bu koridorda, senin gibi durduk yere çıkıp gelen sapık zevci Mustafa Paşa'yı karşılamıştı. Ben de seni tatlıları yedire yedire öldürmeyeyim, dikkat et ^^
Cevap ; “evet, en başında böyle, sadece dört bölümlük bir karakter olarak tasarlanmıştı” olacaksa, o zaman söylemek zorundayım ki Atasever’in ve Hümaşah Sultan diye bir karakterin diziye neden geldiğini, neden gittiğini ben zerre kadar anlayamadım, anlayan varsa da beri gelsin. Tek amaç Safiye Sultan’ı Kız Kulesi’ndeki esaretinden kurtarmak mıydı? Eğer öyleydiyse Safiye Sultan ve Nasuh Paşa şuncacık basit bir planı kendileri de kurardı ki, Hümaşah Sultan’a ne gerek vardı? Üstelik daha geçen bölümün başında “haremdeki kızların hepsi birbirinden pespaye. Padişahımızın aklını ve gönlünü çalabilecek Kösem gibi bir hatun bulmak lazım” diyen ve bu konuda hamleler yapacağını ima eden kendisi değil miydi? Zülfikar Ağa’yla yaşanan romantizmin gereği neydi ya da?


Niyet ettim Allah rızası için vakit doldurmaya.

Yazılarımı düzenli olarak takip edenler bilirler, aslında ben Kösem Sultan ve Hümaşah Sultan arasında ilk Muhteşem Yüzyıl’daki Hürrem vs. Süleyman’ın Kız Kardeşleri gibi bir didişme maratonu izlemeye hiç hevesli değildim, bu nedenle Atasever diziden gerçekten çıktıysa sadece bu nedenle minnettar olabilirim. Zira hali hazırda ilk dizinin bir çok hikayesini Kösem’de bazen biraz farklı, bazen tamamen aynı şekillerde tekrar tekrar izlediğimiz için bu tür bir rekabet olayı da ilk dizinin anlamsız bir tekrarı olmaktan ileri gitmeyecekti ve gereksizdi. Aynı şekilde Zülfikar Ağa’yla olan romantikleşme olayının bitecek olması da bu nedenle memnun eder beni, zira böyle görür görmez birbirine aşık olan karakterler biraz fazla “Yeşilçam” ve halk arasında “Brezilya dizisi” olarak bilinen basit dizilerin klişeleri. İki karakter arasındaki paslaşmaları izliyordum ama şahsım adına çok da memnun olmuyor ve gereksiz buluyordum. Gerçekçi aşklar lazım, yapay “dizi aşkları” değil.


Ses deneme bir-ki, ses deneme : DEFOOOOOOOLLLL!!! İyi iyi, o kadar da üşütmemişim Kız Kulesi'nde ^^

Ancak bütün bu hikayelerin Safiye Sultan’ın Kız Kulesi’nden kurtuluşu gibi bu kadar “basit” bir kurguyla sonlandırılmasına bir anlam veremedim. Bir anda sebepsiz yere çıkagelen şiddet yanlısı ayyaş koca, bir anda ortaya dökülüveren karanlık sırlar, hemen daha ilk baş başa görüşmede anlamsız bir kavga dövüş ve neticesinde biraz Aşk-ı Derûn 4. sezondaki Fatma Sultan ve davetsiz misafir kocası Mustafa Paşa, biraz da 3. sezonda kocası Lütfi Paşa’dan tokadı yiyince bütün havası sönen Şah Sultan hikayelerinin kırması bir hikaye örgüsüyle tek bir bölüm içinde dertop edilip gönderiliveren Hümaşah Sultan karakteri – eğer zaman atlamasıyla birlikte gerçekten diziden çıktıysa – cidden son derece gereksiz bir hamle oldu dizide. Daha doğrusu gereksizden ziyade ortaya öyle hikaye kılçıkları atılmışken sanki bir anda senaryo değişikliğine götürülmüş “muamma” bir hamle.


Bana bir soda getiriversene Cennet. Birdenbire haremin yönetimini devralmak hazımsızlık yaptı galiba, karnım ağrıyor.

Ve tabii bütün bu olayların sonucunda Kösem Sultan’ın harem yöneticiliği makamına çıkması hikayesi…Bölüm boyunca olan biten her şey oldukça basit ve bedavaya oldu bitti ama Muhteşem Yüzyıl tarihinde kritik öneme sahip olan hiçbir zafere bu kadar çocuk oyuncağı bir şekilde ulaşılmamıştır sanıyorum. İlk dizide iki koca sezon boyunca o makama çıkabilmek için canını dişine takan, tırnaklarıyla kazıyan Hürrem’i izledikten sonra bunun için hiçbir şey yapmasına gerek kalmadan direk o makama çıkan Kösem’i izledik. Hümaşah Sultan ve Safiye Sultan elleriyle altın tepside ikram ettiler desek yeri hatta. Kösem’e düşen tek şey Nasuh Paşa’yı karşısına alıp biraz tehditle Safiye Sultan’ı satmasını sağlamak oldu. Daha iki bölüm önce gözünün önünde bir vezir-i azam kılıçtan geçirilen Nasuh Paşa da, bu sebeple olsa gerek kırk yıllık efendisi Safiye Sultan’ı kolayca satıvermekten çekinmedi. 13. bölümde ne demişti Safiye Sultan kendisine : “Ne sadakati Nasuh? Can derdine düşünce sadakat mi kalır Allah aşkına?”


Sırıt bakalım sen, sırıt. Ahmetçiğin ölünce yapacağımı bilirim ben sana, görmemiş haspa.

Bu bahaneyle Kösem karakteri için de yine ve yeni bir paragraf açmanın vakti geldi. Haftalardan beri ne karakterle ne de Beren Saat’in performansıyla ilgili bir şey yazmadığımı farketmişsinizdir. Hatta zaman zaman yorumlarda dile getirilmişti bu durum, “adı Kösem olan dizide Kösem karakterinden ve onun sahnelerinden başka her şey konuşuluyor, ne kadar acı” gibisinden yorumlar yapılmıştı. Her ikisi hakkında da yazdığım son defasında bir teori geliştirmiştim hatırlarsınız, ana fikri kısaca ; “dizinin ana karakteri olan bu karakter bu şekilde amatörce yazılıyor olamaz. Olsa olsa kasıtlı olarak, özellikle itici ve sevimsiz yazılıyor ve oynanıyor bence ki vakti gelip burnu sürtülmeye başlayınca “oh olsun” diyebilelim” idi. 20. bölümdeki zaferinden sonra yine değişmedi bu fikrim, hatta daha da perçinlendi.


Bunlar Kösem'e gıcık oladursunlar, iyidir iyidir. Ben Valide Sultan olduğum zaman gerçek bir "kadın sultan" nasıl olunurmuş göstereceğim nasıl olsa herkese. Topkapı'da asaletin ve zarafetin modası benden sorulacak.

Beren Saat’in karakteri ne kadar iyi ya da kötü canlandırdığından bağımsız olarak Kösem karakterinin, seyirciyi “gıcık etmek” üzerine kurgulanıp yazıldığından artık eminim. Saat diziye girdi gireli bu yönde yapılan sayısız eleştiri varken karakterin hal ve tavırlarında ve zaferlerinde bir değişikliğe gidilmemiş olması, tam tersine bu sevimsiz özelliklerin üstüne eklene eklene devam ettirilmesi benim açımdan sadece bu teorinin kanıtı. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER