● Bu dizide “kötü”ler ile ilgili şöyle bir problemim var. Kötülerin kötülüklerinin altı yeterince dolu değil, ama haklarını ve haklılıklarını son derece iyi savunabiliyorlar. Misal Sude, “ben her zaman doğru söylerim o yüzden insanlar beni sevmese de güvenirler” derken, “benim baktığım yerden böyle görünüyor kusura bakma” derken kendince ne kadar da haklı !?!? ‘Ne kadar’ın cevabı ne yazık ki, ÇOK. Haklı olmasının en büyük sebebi de, kendisine orada verilmesi gereken “daha bile haklı” olan cevapların verilmemesi. Defne’nin hiç bir sebebi olmamasına rağmen, o parayı bir zengin avcısıymış gibi “kazanmak” için değil “ölüm kalım meselesi” olduğu için aldığını söylememesi. Sude’nin açık açık “belki ben bilmiyor ve yanlış yorumluyorum” demesine rağmen “doğru”sunun ne olduğunu açıklamaması… Defne’nin kaybedecek hiç bir şeyi olmamasına rağmen, neden işin aslını anlatmak yerine kendisini suçlu durumuna düşürdüğünü beynimin hangi hücresi ile anlayamadığıma karar veremiyorum. Hepsi birbiri ile yarış halinde. Bütün o lafları işitip, o üzgün -ve adeta haksız olmayı kabul eden- acılı yüz ifadesiyle sadece “ama ben Ömer’i çok seviyorum” demek; üçüncü bir göz için “bu işe para için girdim ama âşık oldum” demeye eş değer. Olay bu mu ki Defne?
● Kötülük damarları kabardıkça, kötülüğünün altı daha boşlaşan Sude... İplikçi familyasında kafası tek çalışanın – ve çoğunlukla hep “doğru” adımları atıp sonunda kazanan taraf olanın– Ömer olmasını kendine yediremediğin için yapıyorsun bunca kötülüğü zaar... Bu, başarılı ağabeyi kıskanan küçük kız kardeş dilemmasından hallice. Bakınız, dilemma dedim. Çünkü bunun tez elden, körü körüne bir adanmışlık değil “acaba mı?” diye sorduran bir dilemma haline gelmesini diliyorum senin için. Ama şu an kötülükte (veya Defne’nin kötü bile diyemeyecek naiflikte olmasından ötürü kullandığı deyimiyle; fenalıkta) “Deniz Tranba’nın kolunda sergiye gelme” seviyesinde olduğunu düşünürsek, vadeyi çok kısa tutup boş yere hayal kırıklığı yaşamaya da gerek yok.
● Sadri Usta’nın özlü sözlerini alıp kendinden feylezof çıkarmaya niyetlenen Serdar. Müsaade varsa sana şu kadarını sorup çekiliyorum: Pardon da, SEN hangi sert rüzgara maruz kaldın acaba ?!?! Benim hatırladığıma göre, (Nihan’ı ikna etmek için katlandığın iki gıdım zahmeti bir kenara koyarsak) nerdeyse HİÇ?! Ama eğilip büküldüğümüzde büyüdüğümüzü, zamanın önemli olmadığını, önemli olanın yılların içindeki hayatımız olduğunu vurgulayan usta; aldık zor günler için çıkına attık bu öğütleri. Daha “bükümünü” tamamlamamış materyaller var ne de olsa elimizde ^^
● Ömer için Defne’ye “kız, sıkı sıkı tut, bırakma” diye (muhtemelen kendisi bile çok farkında olmadan) öğüt veren Koriş, belki kendisinin daha fazla farkında olması gerektiğini anlamıştır, son yaşadığı bir miktar hisseye tekabül eden hafifleme üzerine?
● Defne ve Ömer; aslında içine düştüğünüz tüm absürtlüklerin içinde kıymetli birer mücevher gibi parladığınızı reddetmeyeceğim; çünkü bunu reddetmek, ikinizin aynı karedeki gül cemalinin, pembe pırlanta kadar nadide ve az rastlanır olduğunu kabul etmemek olur her şeyden önce. Her ortalama Türk gencini geren evlilik mevzusunun ortalama bir Türk genci olmadığı için Ömer’i germemesini de affedebilirim mesela, çünkü aynı “ultra serin genç” Ömer; Defne’sinin nasıl sade, narin ve çekingen bir papatya olduğunu bilir –ve ne kadar zar zor bir araya geldiklerini fark etmiş olacak ki– ekseriyetle yaptığı üzere susmak yerine bu kez açık açık söylemeyi tercih eder. Ömer Defne’nin “onun cebinde yaşamak isterdim” dediğini duymadan “kaçıp saklanmak istediğim yer sensin” der. Çok hüzünlüdür bu mesela, çünkü bunu söyleyen Defne ve Ömer günü 3-5 dakika baş başa kalamadan bitirirler.
● Ayrıca belirtmeden geçmemek de gerekir ki, kendini başkalarına karşı savunmakta aciz kalırken, aşkını “bir yanım açmak için can atarken diğer yanım solmaktan korkuyor” diye şahane anlatabilen Defne candır. Tıpkı ananesinden Defne’yle sergiye gitmek için izin isteyen orta doğu ve balkanların en serin kanlı iş adamı Ömer İplikçi’nin de can olması gibi!
Velhasıl, canımız daha çok gülsün bundan böyle...
Sağlıcakla,