Beyler, dövüşmenin yolunu buldum... Eli kılıçlı dört muhafız olarak meşale savuran bir kadından tırsıyoruz ve arkamızda dikilip duran hatunları kılıçtan geçirip derdest etmek yerine Zülfikar Ağa'nın gelip bizi doğramasını bekliyoruz. Nasıl fikir?
İşte tam da bu yüzden o ilk yarım saatte saray içinde yaşanan çatışmalar, dövüşler, kılıç tokuşturmalar, kavgalar bundan çok çok daha gerçekçi olmalıydı. Gerilimi tam anlamıyla doruk noktasına çıkarması gereken bu yarım saatte ne yazık ki genellikle amatör bir aksiyon yönetmenliği ve büyük bir figüran sıkıntısı yaşandı. 

Sözde yıllarca askerlik eğitiminden geçirilip sarayın koruması için görevlendirilmiş olması gereken askerler doğru dürüst kılıç bile sallayamadılar, karşısında bir tanesi kucağında bebek olduğu halde bekleyen üç tane savunmasız kadına saldırıp hepsini doğraması gereken Safiye Sultan’ın adamları, Zülfikar Ağa gelip de üstlerine atlayana kadar boş boş dikilip beklediler. En ufak bir tekme yiyen düştüğü yerde yattı kaldı, sultanların at arabasını durduran ağa arabanın içindekilere saldıracağı yerde Mehmet Giray gelsin de kendisini şişlesin diye oyalandı da oyalandı. İlk yarım saati ve bu kısımdaki aksiyonu sırtlayan isim tamamen Mete Horozoğlu oldu. En az Erkan Kolçak Köstendil kadar hevesli oynamıştı dövüş sahnelerini, Zülfikar Ağa’nın Yeniçeri özünü tekrar kuşanıp ekrana güzel yansıttı.


Ekranda görünen 7 tane buzlamayı bulunuz. Doğru bilenlere 15. bölümün sansürsüz versiyonu hediye.

Çoğu sahne kağıt üstünde çok iyi ve görkemli düşünülmüştü ama ekrana çoğunlukla piyes tadında yansıdı. Bir de üstüne RTÜK’ün yapım şirketlerinin tepesinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanan o parmağı yüzünden ekranın dört bir yanındaki kanlar buzlanmak zorunda kalınınca tam oldu. Televizyon gösterimleri için bir şey demiyorum, zira RTÜK ceza yağdırmak için fırsatını kolluyor ve böyle kanlı sahneleri sansürsüz gösteremiyorlar. Ama geçen hafta da söylediğim gibi dizinin resmi Youtube kanalına dahi sansürlü şekilde yükleniyor bu bölümler. Seyircinin bu tür aksiyon sahnelerinin zayıflığını bir nebze de olsa hissetmemeleri ve daha gerçekçi bir şeyler görmeleri bir de bu şekilde engelleniyor. Akıl sır erdirmek mümkün değil. 


Çocukların ve gençlerin zihinsel, bedensel ve ahlâki gelişimlerine büyük zarar veren bir nesne olarak yağlı ip. Derhal cezalandırılsın. İkinci bir emre kadar kimse bu ipe yağ sürmeyecek.

Düşünün, Muhteşem Yüzyıl tarihinin en kanlı, en farklı bölümü çekildi ama seyirci bu bölümü ne televizyonda ne de dizinin kendi internet sayfasında bütün gerçekliğiyle sansürsüz izleyebildi. El insaf…Bu bölüm de değilse hangi bölüm sansürsüz yayınlanacak internette? Üstelik yurtdışından seyirciler de dizi kendi ülkelerinde yayınlanmaya başlayana kadar bölümleri her hafta bu kanaldan takip ediyorlar. İnternetimizi bile dünyaya böyle reklam etmek ne kadar doğru?


Yandım anam!!

Diğer yandan bu ilk yarım saatte yaşanan hengamede senaryo bağlamında da gerçekçiliği zedeleyen detaylar vardı. Örneğin Halime Sultan’ın bıçaklanması… Tarihten bildiğimiz üzere Halime Sultan tabii ki de ölmeyecekti ama Safiye Sultan kendisinin işinin bitirilmesini emretmişken emrindeki ağanın sadece tek bir defa hançerleyip kadını bırakması ne kadar inandırıcıydı? En azından öleceğinden emin olmak için iki-üç defa saplayamaz mıydı o hançeri? Sabaha kadar kimse gelip o yarayı tedavi etmedikten ve onca saat kan kaybettikten sonra nasıl olsa tek bıçak darbesi de aynı üç bıçak darbesi de. Üç olsaydı da daha gerçekçi olsaydı fena mı olurdu? 

Ya da haremin taşlığı önünde yaklaşan ayak sesleri duyunca olduğu yere uzanıp ölü taklidi yapan Cennet Kalfa’nın, daha arkasındaki adamlar duvarların arkasında kaybolmadan paldır küldür ayağa kalkmasına rağmen ölüm sessizliği olan öyle bir ortamda hiçbirinin bu sesleri duyup geri dönüp bakmamış olmaları ne kadar yüksek bir ihtimaldir? Ya da koca saray ele geçirilmişken, Safiye Sultan’ın adamları -seyirci göremese de- sözde her köşe başını tutmuşken Kösem’in Şehzade Mustafa’nın tutulduğu odaya bu kadar kolayca gidip çocuğu tereyağından kıl çeker gibi alıp kaçıvermesi ne kadar gerçekçiydi? Hepsi ne kadar ufak detaylar gibi duruyor, değil mi? Halbuki ne kadar da önemli detaylar ve asıl gerçekçilik silahını ellerinde tutuyorlar. Keşke asıl böyle detaylara daha fazla önem verilse de dizi izleme keyfimiz tam olsa.


Sıçtın mavisi.

İlk yarım saatteki bu olmamışlıklar atlatıldıktan sonra ise muazzam bir bölüm izledik gerçekten. Geçen haftaki bölümde biraz hayal kırıklığına uğratan Hülya Avşar, ekranda daha az görünmesine rağmen çok daha güçlü bir performansla geri döndü bu bölüm. Özellikle Şehzade Mustafa’nın cülus törenini izlemek için yerini aldığı kapının arkasından Sultan Ahmet’in sağ salim geri döndüğünü görüp tırıs tırıs olay mahallinden uzaklaştığı sahnede ve hele hele Has Oda’da Ahmet’le boğazlaştıkları sahnede tek kelimeyle döktürdü. İkinci sahneyi oynamadı hatta, direk yaşadı. Zindanlara atılacağını öğrendiği zaman Safiye Sultan’ın bakışlarındaki o korku ve dehşet o kadar gerçekti ki…

Zaten bütün bölümün de zirve noktasıydı bu sahne. Açılıştaki aksiyon sahnelerinde verilemeyen o gerilim ve heyecan hissi o bir dakikalık sahnede öyle bir güçlü verildi ki izlerken nefesimiz kesildi resmen. Harika oyunculuklar, harika çekimler, harika tempo… Benim için Kösem 15. bölümün özetidir bu sahne. Bir Muhteşem Yüzyıl bölümünün ulaştığı en gergin nokta. 


Ooooo, demek sen de sert seviyorsun, ha Ahmet? Bayılırım sert erkeklere. Savaşmamıza gerek yok, ikimizi de memnun edecek bir çıkar yol bulabiliriz ^^

Dizi başladığı zaman sosyal medyada Avşar hakkında kopartılan yaygarayı düşünüyorum da, şu dakikadan sonra diziden gitsin mi kalsın mı diye anket yapılacak olsa kaç kişi yalvar yakar kalmasını ister görmek isterdim doğrusu. Zindanda esir tutulurken bile asaletinden ve duruşundan hiçbir şey kaybetmeyen bir kadın sultan performansı her gün bulunmaz ne de olsa.


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER